Son 30 yıl içinde dünyanın bir kaç kez yıkılıp – yeniden kurulduğuna tanık olduk. Bir ”tarihin sonu” gerçekleştiğinde tüm ”Tarihin Sonu”na vardığımızı sananlar, kısa sürede bu Son’un da sonuna erdiğini gördüler.
Bu, önceki statükonun yıkıldığı, ancak yeni bir statükonun kurulamadığı süregen bir istikrarsızlık durumudur. Halen devam ediyor.
Artık hiç bir cumhuriyet “ilelebet payidar” olmadığını biliyor. Kurulu devletler ya kendi halklarının baskısı, ya değişim zorunluluğunun farkına varan yöneticilerin ıslahatları, ya uluslararası sistem içindeki güçlü devletlerin müdahaleleri yoluyla değişiyor; hatta bazen yıkılıyor, parçalanıyor, yeniden kuruluyorlar. Kürtler bu süreçte şimdilik Güney Kürdistanda Federal Kürdistan Devleti’ni kurabildiler. Dün hayal – rüya idi, bugün gerçek. Ama tabii ki büyük Kürdistanın sadece bir parçasında kurulmuş olan bu sınırlı statü yetmez. Üstelik henüz yeterince teminat altında olmayan bir statü iken hiç yetmez.
Kürtlerin bugünkü statüleri esasen yüzyıl önceki I. Dünya Savaşının sonunda belirlendi.
Yüzyıl önce dünyanın kaderi üzerine birbiriyle çarpışan devletlerin bir kısmı daha o zamandan yok oldular. Çarlık Rusyası, Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu sadece çökmekle kalmadı; hakimiyetleri altındaki toprakları da az veya çok kaybettiler. Osmanlı’nın elindeki eski Arap toprakları üzerinde İngiliz ve Fransızlar, güya birkaç sene için yürütülmesi akt edilmişken pratikte yılları hatta on yılları alan Mandat yönetimleri kurdular. Kürtleri ilgilendirdiği kadarıyla bu dönemin sonucu Kürdistan’ın bölünüp parçalanması, Kürt halkının kendi kaderini serbestçe tayin etme hakkının en başta Lozan’da ayaklar altına alınması oldu.
Evvela iki imparatorluk arasında parçalanmış olan Kürdistan şimdi paramparça olmuştu. Osmanlı’dan bakiye Türkiye ve İran sınırları içinde kalan Kürdistan parçalarını bu iki devlet kan ve barutla yeniden FETH, ZAPT ve ISLAH (!) ettiler. Fransız ve İngiliz kontrolündeki Suriye ve Irak Manda yönetimleri ise kendilerinin HAMİliğini yapan mandacı devletlerin yardımlarıyla buraların zaptını tamamladılar.
Kürdistan’ın Irak ve Suriye’ye sadece ilhakı değil, sömürgeleştirilmesi de tamamlanınca bu yapay devletlere bağımsızlıkları bahşedildi. Böylece sadece eski Osmanlı Kürdistanı’nda üç bağımsız yapay devlet peyda oldu: Türkiye, Suriye ve Irak devletleri. Üçü de 20 Yüzyıl’ın başında mevcut değildi. Sonra var oldular. Üçünün de yüzyıl başında sadece parçası oldukları Osmanlı imparatorluğu ise artık yok idi.
Sadece bu da değil: 20. Yüzyıl başında mevcut olmayan onlarca başka devlet de zamanla ortaya çıktılar ve devletler sisteminin hiç de durağan, değişmez, dokunulmaz, yıkılmaz olmadığını sergilediler.
Türkiye’yi emperyalistler kurdurdular. Sevr Antlaşması yapılırken o zamanki Anadolu’da kurulması kararlaştırılan devletlerin hiçbiri kurulmadı. Bunun sebebi başta İngilizler olmak üzere galip emperyalistlerin bu hususta ısrarcı olmamalarıydı. Onlar sonradan değişik Arap devletlerini oluşturacak olan topraklarda kendilerine ayırdıkları payları yeterli görmüş; Sevr’i ise tasarladıkları alanları ele geçirmek için bir nevi şantaj aracı olarak kullanmışlardı. Yunanlıları oyuna getirerek Anadolu’ya çıkartma yaptıran İngilizler Yunan yenilgisini de zaten garantiye almışlardı.
Türkiyeyi sadece kurdurmakta değil, yaşatmakta da ”dış parmak” vardır: Emperyalistler Türkiye’nin Kürdistan’ı; Pontus’u, İyonya’yı, Kilikya’yı, Ermenistan’ı adım adım yeniden zapt etmesine, göz göre göre ezmesine sadece göz yummadılar; çok kez destek de oldular. İngiliz ve Fransızların Şeyh Saitin kıyamından itibaren Kemalistlere verdikleri finansal, teknik, lojistik destek olmasaydı Kürdistanın cumhuriyet idaresince ezilmesi mümkün olmazdı.
Emperyalistlerle işbirliği halindeki TC yönetim kliğinin Kürt isyanları arkasında hep İngiliz Parmağı bulması çok ilginçtir. Oysa Lozan’dan sonra İngilizlerin ve Fransızların, II. Emperyalist Harpten sonra ise Amerikanın Ortadoğuda kayırıp gözettikleri en gözde ”bağımsız” devletlerden biri Türkiye’dir.
Bu, her Kürt isyanının arkasında parmakları olduğu ileri sürülen İngiliz, Fransız ve Amerikan emperyalistlerinin Ortadoğu’da manda yönetimlerine son verip, hepsi de aslında aşiretler, din, mezhep ve etnik farklılıklarla parçalanmış olan ülkelerde milli devletler kurarken Kürtleri hatırlamamaları ise ilginçtir. Oysa böl – parçala – yönet ilkesi gereğince birkaç tane tampon Kürt devleti kurdurması çıkarlarına daha uygun(!?) olması gereken bu güçler hiç de böyle davranmamış aksine Kürt isyanlarının ezdirilmesine destek olmuşlardır.
Yine de tarihin bir önceki zamanında mevcut değilken 20 YY ortalarına doğru Suriye, Lübnan, İsrail, Irak gibi devletlerin doğması öğreticidir. Tabii ki bu devletler aynen Türkiye gibi emperyalistlerce oluşturulmuş veya oluşturulmasına göz yumulmuş, kurulmasında fayda mülahaza edilmiş devletlerdi. Ama bir zamanlar VAR ”OL”mayan bu devletlerin -ve tabii daha başkalarının da- sonraki bir tarihte VAR OLuvermeleri; bir halk ve ulus olarak kendi yurdunda tarihin uzun bir döneminden beri VAR OLan Kürt halkının bir devletinin halen VAR OLMAYIŞI olgusunu 20. Yüzyıl başında ve ortalarında olduğu gibi sonunda da Kürt halkının gözlerine batırdı.
Kürdistan’ın birleşik ve bağımsız bir devlet olmak için haklı gerekçe olarak ileri sürebileceği yeterli argüman vardır; ama sadece Türkiye, Suriye, Irak, İran, Suudi Arabistan vb. gibi yapay ve zorba devletlerin dün yokken ve yarın var olmak için yeterli sağlam dayanaklara bugün dahi tam erişememişken bugün var olmaları olgusu bile yeterli bir delildir. Sadece bu da değil. Eğer dünyanın şu veya bu kıtasında daha evvelden esamesi bile okunmayan bazı yeni devletler kuruluyorsa veya kurulması gerekiyorsa; yırtıcı kuşlar arasındaki güvercinler veya serçeler gibi sayısız minik devlet siyasal olarak var olma haklarını iddia edebiliyor ve kabul ettirebiliyorlarsa bu hak Kürtler ve Kürdistan için haydi haydi vardır.
Peki engeller? Engeller, mevcudiyetleri hiçbir meşruiyete dayanmayan sömürgeci devletlerin Kürdistanı ve Kürt ulusal varlığını ezme, yok etme inat, irade ve çabalarıdır. Bu çaba kırılmalıdır; neyle kırılıyorsa onunla; nasıl kırılabiliyorsa o yolla.
Bu yolların ve araçların neler olacağı ayrı bir konu. Ama anahtar Kürt halkının birliğidir.
Kürt halkının düşmanlarının çabalarının odağında daima Kürt halkının ulusal güçlerini bölme yer alır. Mezhep, aşiret, bölge çelişkileri, siyaset farklılıkları üzerinde oyunlar oynanır. Nifak, fitne ve fesat yollarıyla düşmanlıklar yaratılır veya kışkırtılır.
Kürt halkının özgürlük araçlarını ellerinden alma çabası düşmanların ikinci taaruz alanıdır. Rom – Osmanlı ve T-ırk askerleri Kürdistan’da ne zaman bir yere saldıracaksa önce saldıracağı kimseleri hileyle silahsızlandırmaya bakar; saldıracağı yerlere çullanabilmek için gerekli yolları, karakolları, köprüleri yapar, halkın evini, ormanını, ekinini, yiyeceğini yakar ve öylece taarruz eder. Bu, maddi anlamda böyle olduğu gibi manen de böyledir: Tarihini, dilini, kültürünü, manevi araçlarını elinden almaya, halkı bunlardan koparmaya çalışır. Bunun adına da medeniyet der. Kendisi vahşi Kürtleri ıslah edecek hekimdir adeta
Önderlerini satın alarak, korkutarak, öldürerek, haps ve işkence ederek ve benzeri yolla tasfiye etmek de başka bir yoldur.
Bu tuzakları ve benzerlerini aşacak; sahip olduğu silahları, yönetim ve komuta güçlerini, gerillasını, legal mevzilerini iyi koruyacak ve düşmana kaptırmayacak bir Kürdistan yarının Özgür Kürdistanını kurmaya layık olacaktır.
5 Aralık 2011, s. erdoğdu