Marx şöyle yazıyor:
”Her yeni tarihsel aşamada, eski yanılgılar, bir an için yeniden ortaya çıkarlar.” [”Nasıl ki tarihsel her yeni aşamada, eski yanılgılar, ortadan kaybolduktan hemen sonra, bir an için yeniden ortaya çıkarlarsa, aynı biçimde Enternasyonal içinde de, her ne kadar daha az belirgin bir biçimde olsa da, sekter şubelerin yeniden ortaya çıktığı görüldü.”] [ANARŞİZM ÜZERİNE, Marx – Engels, s. 69]
Marx’ın bahsettiği sekter şubeler, İsviçre, İtalya, İspanya ve kısmen Belçika’da ortaya çıkan Bakuninci anarşist sektlerin (tarikat, mezhep) kurduğu şubelerdi. Bunlar daha önce Proudhoun ve Stirner gibi küçük burjuva düşünürlerden aldıkları düşüncelerle Enternasyonal’in Genel Konseyi’ne ve Marx’a savaş açmışlardı. Marxizme yönelttikleri diğer eleştiri ve suçlamaların yanısıra, örgütsel konularda da Genel Konsey’e ve Marx’a saldırıyorlardı.
Bunların, örgütlenme konusunda, Enternasyonal’in Genel Konseyi’ne ve Marx’a karşı suçlamaları kabaca şunlardı: 1)”aşağıdan yukarıya doğru örgütlenme” ilkesini temel almamak; 2) örgüt yönetiminde ”otoriterlik”, ”diktatörlük”; 3)”şubelerin özerkliğini tanımamak”, 4) ”merkeziyetçilik”…
Bakunincilerin vaktiyle Marksistlere yönelttiği suçlamalar yüzyılımızın başında ”21. Yüzyıl Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu” yazan deha tarafından 20. YY komünist partilerine bugün yöneltiliyor. Geçmişin ideolojik, teorik, politik, örgütsel birikimlerinin pek çoğunun artık günümüze uymadığını; dolayısıyla bütün bu konularda ”geçmişten köklü biçimde kopmak” ve ”yeniden üretim yapmak” gerektiğini savunan bu yazar sözkonusu konular üzerine epeydir yazıp duruyor.
Bu bayın, Bakunin ve hempalarından 170 yıl sonra yaptığı şey esasen eski anarşist ”yanılgıları tekrarlamak”tan; hatta daha ileri gidip bunları ”yeni fikirler” olarak yutturmaya kalkışmaktan başka bir şey değil. Bakuninciler’den tek farkı; birincilerin devlet ve iktidar kavramlarını tamamen reddetmeleri; bu bayın ise ”partinin değil halkın iktidarını” öne süren demagojik söylemidir. Bu, çok yeni müthiş bir keşif değil. Tüm sosyalizm düşmanları seneler boyunca sosyalist rejimleri ”demir perde” olarak adlandırdılar; oralarda ”parti diktatörlüğü”nün egemen olduğunu propaganda ettiler.
Manifestocunun şu sözleri, savunduğu görüşlerin özünü net biçimde ortaya koyuyor:
”Kürdistan komünist hareketi, dünya komünist hareketini, Leninist örgüt başta olmak üzere, 20. YY komünist örgüt teorisini yaratıcı katkı ile yeniden üretmeye çağırır. Daha somutta; partinin değil halkın iktidarını; parti işleyişinde doğrudan demokrasiyi ve kadrolardan öteye yapının demokratik işleyişini; merkezin yukarıdan aşağıya yerelleşmesi yerine yerelin merkezileşmesini; disiplin içerisinde özgürlük yerine özgürlük içerisinde disiplini ve bunların organik birliği olarak merkezde değil gövdede güçlü örgütlenme modelini evrensel ve özgün çizgileriyle yaratma göreviyle yüzyüze olduğumuzu belirtir.” [”21. Yüzyıl Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu”, sayfa 39 – 40]
”Sol komünistler”in, Bakunincilerin ve öteki sapkın mezhep şeyhlerinin mezarlarında kulakları çınlıyordur!
Marx ve Engels’in yazdığı Komünist Manifestosu’na özenerek 21. Yüzyılın Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu’nu kaleme alan yazar bahsi geçen manifestosunda yazıyor:
”Kürdistan komünist hareketi, başta Leninist örgüt modeli olmak üzere 20. Yüzyıl komünist örgütlenmesini anlıyor, kavrıyor, fakat gelişen, değişen, olgunlaşan dünya ve ülke koşullarında aynen tekrarlanmaması gerektiğini de belirtiyor.”
Bernstein, Kautsky ve öteki revizyonistler Marxizm’i ”gözden geçirme” ve onu ”aşma” işine tıpkı böyle başladılar: ”Gelişen, değişen ve olgunlaşan dünya ve ülke koşulları”nı gerekçe gösterdiler. Koşulların değiştiğini, teorinin eskidiğini, olgunlaşan dünya ve ülke koşullarının yeni teoriler üretmeyi gerektirdiğini iddia ettiler ve ürete ürete vaktiyle Marx ve Engels’in yenilgiye uğrattığı burjuva ve küçük burjuva sosyalizmlerinin teorilerini ürettiler. Yani biraz süsledikleri eski paçavraları yeni kılıf altında sosyalizme geçirmeye kalkıştılar. Ve koşa koşa son nefeslerini burjuvazinin durağında aldılar.
Yazarın önerdiği modelin birinci ilkesi:
”HALKIN YERİNE PARTİNİN İKTİDARI”
21. YY Manifestosu yazarının ele alacağımız ilk ilkesi olan ”Halkın iktidarı yerine partinin iktidarı” demagojisi 1920lerin Sol Komünistlerinin safsatasına ne kadar benziyor:
”Komünist Partinin diktatörlüğü mü, yoksa proleter sınıfın diktatörlüğü mü!”
1920’lerin başında ”Sol Komünistler” iktidarı kimin yürüteceğini soruyorlardı.
”… Şu soru ortaya çıkar: Diktatörlüğü kim yürütecektir; Komünist partisi mi, yoksa proleter sınıf mı?…
… İlke olarak Komünist Partinin diktatörlüğünü mü, yoksa proleter sınıfın diktatörlüğünü mü hedeflememiz gerekir?!!…” [”Sol Radikalizm” Komünizmin Çocukluk Hastalığı, sayfa 32 – 33, İnter Yayınları]
Aynı soru, değişik biçimde, bolşevik partisi kongrelerinde de gündeme getirildi.
VIII. Kongre’de (Mart 1919) ”Organizasyon Sorunlarına Dair Karar Tasarıları” tartışılırken partinin iktidardaki rolünü diktatörlük ve oligarşiklik olarak yaftalayan Sapronov ve Ossinski’nin başını çektiği ”Demokratik Merkezcilik Grubu” (Desistler) ortaya çıktı.
Bu grup (26 Mart – 5 Nisan 1920)’de yapılan RKP(B) IX. Kongresi’nde de aynı argümanlarla muhalefet ettiler.
RKP(B)’nin 8 – 16 Mart 1921’de yapılan X. Kongresi’nde başka bir muhalefet daha tezahür etti. ”İşçi Muhalefeti” adını taşıyan anarşist, sendikalist bir grup, ekonominin yönetiminin devlete değil, ”Genel Rusya Üreticiler Kongresi”ne bırakılmasını istiyor; partinin öncü rolünü reddediyor, işçi sınıfının öncülük rolünü sendikaları vasıtasıyla yerine getireceğini iddia ediyordu.
Lenin, bu kongrelere katıldı. Sol Komünizm Çocukluk Hastalığı broşürünü IX. Kongre’nin hemen ardında kaleme aldı. Bu kitapta ”partinin mi diktatörlüğü, sınıfın mı diktatörlüğü” saçmalığını sergiledi. Kitap Batı Avrupa Sol komünistlerine karşı yazılmıştı; fakat Desistler tarafından IX. Kongre’de gündeme getirilen konular halen günceldi. Sapronov ve Ossinski grubu bu konularla ilgili olarak çok sayıda karar tasarısı sunmuş; bunlar üzerinde hararetli tartışmalar olmuştu. Bu gruba dahil olan kimselerin bir kısmı sözkonusu tezleri savunmaktan vaz geçti, özeleştiri verdi. Ama bir kısmı halen görüşlerinde ısrar ediyorlardı. Bunlar sendikalarda etkili olan eski bolşeviklerdi; Lenin bu kimseleri kazanmak istiyordu. O yüzden kitabında kendilerini doğrudan hedef almadı. Zaten kongre tartışmalarına katılmış; kendi görüşlerini ortaya koymuştu. Fakat kitabını yazarken yalnızca Alman ve öteki Avrupa sol komünistlerini değil; kendi partisindeki zihni bulanmış kimseleri de ikna etmek düşüncesiyle hareket ettiği kitabın genel akışından bellidir.
Oysa bir yıl sonra, 1921’de, tam da Kronstadt ayaklanmasının devam ettiği bir sırada, yapılan X. Kongre’de ortaya çıkan ”İşçi Muhalefeti Grubu”na karşı bu kadar esnek davranmayacaktı. Bu kongrede muhalefete ilişkin alınan kararların ilk taslağını Lenin yazdı. [X. Kongre’ye sunulan 8 ve 9 nolu kararların ilk taslağı İşçi Sınıfı Partisi Üzerine, Marx – Engels – Lenin, Sol Yayınları, sayfa 358 ve devamında yer alıyor.] Lenin bu taslaklarda hem her iki muhalefet grubuna atıfta bulunuyor, hem de Kronstad ayaklanmasına değiniyor; ilk taslağın 6. maddesinde ”Kongre… şu ya da bu taban üzerinde oluşmuş bütün grupların (”işçi muhalefeti”, ”demokratik merkezcilik”, vb. grupları gibi) tümüyle dağıtıldıklarını açıklar ya da bunların derhal dağıtılmasını buyurur. Bu kararın yerine getirilmemesi, partiden kesinlikle ve derhal çıkarılmayı gerektirir” diye yazıyor. 9 nolu kararda ”işçi muhalefeti” grubu sendikalist ve anarşist sapma olarak değerlendiriliyor. Bunların savunduğu ”ekonominin yönetim organlarını ”seçen” ”kongreler ya da üreticiler kongresi” şiarını mahkum ediyor.
Bu muhalefet gruplarının ve Kronstadt isyancılarının parti öncülüğündeki sovyet iktidarına karşı ileri sürdükleri temel slogan, ”partinin değil; halkın iktidarı” sloganıdır. Kronstadt ayaklanması dünyanın ve kökleri halen kazınmamış olan Rusya’nın bütün gericilerinde, zafer kazanmış sovyet devletini yıkma umudu uyandırır. Lenin şöyle yazıyor:
”Bu ayaklanmada dünyanın bütün ülkelerindeki burjuva karşı-devrim ve beyaz muhafızlar, yalnızca Rusya’da proletarya diktatörlüğünün işini bitirmek için bir sovyet düzeninin sloganlarına bile sarılmaya hazır olduklarını hemen bildirdiler, sosyal devrimciler ve genel olarak burjuva karşı-devrim Kronstadt’ta sözde sovyet devleti adına Rusya’daki sovyet hükümetine karşı ayaklanma sloganlarını kullandılar. Böylesi gerçekler, beyaz muhafızların, yalnız Rusya’da proleter devrimin kalesini zayıflatmak ve yıkmak için komünistlerin, hatta en solda bulunan komünistlerin rengine girmeye çalıştıklarını ve bunu becerdiklerini kesinlikle kanıtlıyor.” (age, s. 359)
Devrimden kaçan burjuvaların Prag’da çıkardığı ”Volya Rossii” [Hür Rusya] gazetesi Kronstadtlı mültecilerin ve ailelerinin anlattıklarına ve getirdikleri metinlere dayanarak yayınladığı Pravda o Kronštadte [Kronstad üstüne Gerçekler] [Prag, 1921]kitapçığında ayaklanmacıların çeşitli bildiri ve duyurularına yer veriyor. ”Kronstadtlı Denizciler, Kızıl Askerler ve İşçilerin Geçici Devrim Komitesi” adına 7 Mart 1921’de yayınlanan 5 numaralı duyuru ”Bütün İktidar Sovyetlere! Partilere değil!” sloganıyla başlıyor. İlk cümleleri şöyle:
”Mareşal Troçki, komünist komiserlerin üç yıllık otokrasisine baş kaldıran Özgür Devrimci Kronstad’lıları tehdit ediyor.
Yeni Trepov, komünist parti diktatörlüğünün rezil boyunduruğunu sarsan emekçileri silah zoruyla ezmekle ve Kronstadt’ın barışçı ahalisini kurşunlamakla tehdit ediyor ve emrediyor: ”Mermi esirgemeyin!”
Devrimci denizciler, kızıl askerler ve işçiler ”yetti artık!” ona göre.
Çalışan yığınlara ne olduğunun Sovyet Rusya’nın ırz düşmanı komünist diktatörü için önemi yok; yeter ki iktidar partinin, RKP’nin elinde kalsın.
O yüzsüzce, mütemahil Sovyet Rusya adına konuşuyor ve merhamet vaad ediyor.
Bu hunhar Troçkiy, komünist opričninanın bu şefi, RKP otokrasisi adına acımasızca kan ırmakları akıtan, özgür ruhu boğan bu Troçkiy, pervasızca Kronstad’a kızıl bayrağı dikeceğini söylemeye cüret ediyor.
Emekçilerin kanları ve tutsak edilmiş ailelerinin acıları pahasına komünistler, kendi mutlak hakimiyetlerini yeniden kuracaklarını umuyorlar. İktidara temelli oturmak ve bütün emekçi Rusyayı baştanbaşa sarsıntı, açlık ve soğuğun uçurumuna yuvarlayan uğursuz politikalarını sürdürmek için komünistler denizcileri, kızıl askerleri ve işçileri bir kez daha baş eğmeye zorluyorlar. Artık yeter! Emkçileri daha fazla aldatamazlar! Komünistler, hevesleriniz beyhude ve tehditleriniz hiç kimseyi korkutmuyor.
Emekçilerin devrimi şimdi en zorlu sınavındadır; onun seyri içinde adi müfteriler ve zorbalar Sovyet Rusya’nın çehresinden silinip gidecektir; senin merhametine ise, bay Troçkiy, ihtiyacımız yok!” (Dokumente Der Weltrevolution, Band 2, Arbeiter – Demokratie Oder Parteidiktatur (Dünya Devrimi Belgeleri, II. cilt, İşçi Demokrasisi mi, Parti Diktatörlüğü mü?), Frits Kool – Erwin Oberländer, Walter – Verlag Olten und Freiburg im Breisgau, sayfa 368 – 369]
Bu parçayı ”halkın iktidarı mı, parti iktidarı mı?” safsatasının daha devrimin başında, yalnızca söylem olarak değil, fiili ayaklanma biçiminde de ortaya konduğunu göstermek için verdim. 21. YY Manifestosu yazarı illüzyonistlere has beceri ve kıvraklıkla doğrudan Lenin’i eleştirmek yerine kaçamak yapıyor. Şöyle diyor:
”Komünist partiler ‘bürokratikleşeceğim, merkezi tanrı katına çıkartacağım, halkın yerine partinin iktidarını kuracağım’ diyerek yola çıkmadılar ama süreçte böyle oldular!” (age., sayfa 39)
Yani neye niyet, neye kısmet olmuş! Komünistler öyle niyetlenmemişler ama süreç içinde öyle olmuşlar! Bazı bozucu faktörler, nesnel ve öznel nedenler böyle bir sonuca yol açmış. Züğürt tesellisi. Gayet ”iyi niyetli” Manifestocu’nun şahane 21. YY komünizm projesinin de öngörülebilir ya da hesapta olmayan nedenler ve faktörlerle çuvallamayacağı ne malum?
Lenin sık sık söyler: ”Demagoglar proletaryanın düşmanlarıdır.”