Cumartesi , 21 Aralık 2024
Home / YAZARLAR / Kemal Bilget / VEFA NE YANA DÜŞER SEVGİLİ YAŞAR! (15 Temmuz 2015)

VEFA NE YANA DÜŞER SEVGİLİ YAŞAR! (15 Temmuz 2015)

VEFA NE YANA DÜŞER SEVGİLİ YAŞAR!

Sana yazmaya, mektubu yazmaya başladım ama Yaşar’cığım, emin ol ne ve nasıl yazacağımı bilemiyorum. Yani daha başlarken yazmaya, tanımı zor bir güçlükle karşı karşıyayım. „Niye ?“ sorusunun yanıtını ertelemeyeyim. Hem bu bana yazmaya başlama gerekçesi de olsun. Genç adayı bir yegenim bir telefon görüşmesinde bana demişti ki; „ Amca , biliyormusun, bana, telefonda konuşmaya başlamak kolay, gerisini getirmek zor gelir; mektup yazmaya ise başlamak zor, gerisini getirmek kolay gelir.“ Hak vermiştim yegenime. Yegenim haksız mı? Yıllardır nasıl ve neler yaşadığını bilmediğim Yaşar yoldaşıma mektup yazmaya başlamak zor ve zul geliyor bana.
Sevgili Yaşar ! Değerli Yoldaşım!
20 küsür yıl sonra ve bu mektupla sana karşı kendimi aklamayı düşünmüyorum. „Yaşar’cığım, Sana , sen, sevgili yodaş „ gibi sözlerimi bağışla. 20 küsür yıllık ara bu samimiyeti ve içtenliği kaldırmaz biliyorum. Yüzsüzlüğüme, arsızlığıma ve yüzümün kızarmazlığına say lütfen.
Ama, fakat, lakin ikimiz de semt adı olarak VEFA’yı sanırım iyi biliyoruz. Hani şu bozası ile ünlü İstanbul’un tarihi yarımadasının ortalarında, Saraçhane’nin orda, Fatih ve Eminönü ilçelerinin kesiştiği Bozdoğan su kemerlerinin(Aksaray – Unkapanı gidiş yönüne göre) sağındaki semt adı olan Vefa’yı.
Ve sanırım ilk kez oralarda tanıştık ikimiz. Üzgünüm ve özür dilerim; bu söylediğim yalızca bir tahmin. Ben seni hiç ama hiç anımsamıyorum. Gözlerimde canlandırabildiğim en küçük bir kırıntı bile yok seninle ilgili. (Bu yazdıklarıma istersen kız; istersen samimi itiraf say.) Aklıma iki olasılık geliyor: Ya ikimiz hiç karşılaşmadık ( ki bu çok çok zayıf bir olasılık.); ya da sen bir militan, sen bir aktivist, ben yönetici birisi olarak tanışıyoruz ama, ben seni anımsamıyorumdur.( Kötü ama kaçınılmaz bir sosyal ve siyasal işleyiş: Yukardakiler aşağıdakileri tanımazlar.)
Eğer ikinci olasılıksa aramızdaki tanışıyor olma ilişkisi, açık ki suç benimdir. Suçun bu kadarını çok da önemsemiyorum Yaşar’cığım. Benim asıl önem verdiğim, kökeni Arapça’ mıdır, yoksa Farsça’ mıdır bilmediğim ve fakat VEFA sözcüğünün Türkçe’deki içeriğidir.
Vefasızlık kanıma, vefasızlık sevgili anam ve babamdan öğrendiğim ahlakıma, devrimci duygu ve dayanışma anlayışıma dokunuyor be yoldaşım. Söz, ilişkimize ilişkin senden öğreneceklerim beni yalanlarsa ; ben kendimi kendime ve yoldaşlarıma VEFASIZ ilan edeceğim. Cezalandıracağım bu anlamda kendimi.
Buraya kadarki, hem de giriş niyetine yazdıklarımdan bile anlayacağın gibi, hafifletici nedenlerim olduğu kanısındayım cancağzım. Hafifletici nedenler sayılırlar mı bilemem ama, ben bilmeni istiyorum ki, eğer bahanelerimin yalnızca bahane olduğunu bilsem, o az kalan saçlarımın kalanlarını da yolar, kafamı duvarlara çarpar, ve hatta „İşaretin Tepesi“ ne çıkıp kendimi uçurumların derinliklerine atmayı bile düşünürüm. 20 küsür yıl yoldaşını hapishanede unutmuş birisi olarak gerçekten bu dünyada yaşamak istemem.Bundan emin ol. Bu utanç çok çok ağır bir yük. Düşünmek, anımsamak bile insanı boğuyor bilesin.
Bahanelerime gelince; ben sıralayayım alt alta, sen oku ve elini vicdanına koy; deki bana , taaaa yüreğinden gelen sese kulak vererek, akıl süzgecinden dışa yansıyanları tartarak; „Bahanelerin yalnızca bahanedir.“; ya da „değildir“.
Sevgili Yaşar!
1993 yılı sonları diye aklımda kalmış zaman; Ankara’dan uçakla İstanbul’a gelmek üzere Esenboğa hava alanındaydım. Girdim kontrol kabinine ve çevreme bakmadan şifreli çantamın şifresi ile uğraşıyordum. Kabin görevlisi polisin sorusu et taşıyan kasap çengeli gibi takıldı beynime. Polis bana, erken seçim olup olmayacağını soruyordu. Yani kabindeki polis benim kim olduğumu biliyor, hem de iyi biliyordu. Sorusu ve sorarken „ Başkanım „ hitabı bunun açık kanıtıydı. Bu sıradan bir kabin görevlisi polis; siz bir de siyasi şubecileri ve MİT’çileri düşünün. Bir de benim konumumu…
Şimdi artık açıkca söylemekte sakınca yok; o zaman ben DEP (Demokrasi Partisi) Genel Başkan yardımcısı ve aynı zamanda KKP MK üyesiydim. Kabin görevlisi polisin sorusunu İstanbul’a kadar düşündüm. Mevcut ikili konumumu olduğu gibi sürdürmenin risklerini elbette biliyordum. Riskin sandığımdan daha ağır olduğu kanısı, o polisin sorusuyla iyice beynimde netleşti. İstanbul’a geldim ve ilk gördüğüm KKP yöneticisine sözlü olarak dedim ki; „Ben MK üyeliğinden istifa ediyorum. Üye olarak şimdiki yaptığım görevlerin hepsini aynen yapacağım. Ama üye olarak.“ O görüşmeden birkaç gün sonra bana ve yazılı olarak : „1- Partiye…..2- Sosyalizme….3- Kürt halkına …… güvenmediği için Parti üyeliğinden atılmasına…..“ diyen bir karar ulaştırıldı.
Kırıldım, üzüldüm doğrusunu söylemek gerekirse. Karardan da anlaşılacağı gibi, beni Partiden atma yetkisi olmayanlar beni Parti üyeliğinden atmışlar hiç düşünmeden. Oysa ben kurucu üyeyim. Programı ve tüzüğü yazanlardanım. Yokdan varedenlerden birisiyim ben ve bu hiç dikkate alınmamış. Hem de 15 yıldan çok birlikte akla hayale gelmeyecek zorluklar yaşadığım, işkence ve hapishane arkadaşlarım var aleyhimde oy verenler içerisinde.
Anlayacağın yoldaşım, siyaset nankör bir iş. Olmazın olmasıyla sık sık karşılaşıyor siyasette insan.
İşte bu MK üyeliğinden istifa ve Parti üyeliğinden atılma olayının ardından 12-13 yıl kadar KKP ile örgütsel bağlarım koptu. Doğaldır ki bu süre içerisinde Partide ve çeperinde tam olarak neler oldu, neler yaşandı; ben bunları bilemezdim. Bilmemek değil yalnızca, ilgilenemezdim de.
O nedenledir ki Yaşar ne zaman, nerede ve ne şekilde yakalandı konularında hiç bir bilgi sahibi değilim. Yargılanma ve cezaevi süreçleriyle ilgili de öyle. İlk kez basından ve yazdığın Roman üzerinden haberdar oldum senden. O bilgilenme ile yeniden örgütlü çalışmaya başlama kararım, şimdi zaman olarak çok net anımsamıyorum ama sanırım birbirine yakındı. Ve buralarda, yani Avrupa’da (Ben senin alandan bir itirafcının itirafları sonucu 93 te açılan tek kişilik dosyadan 2004’te ceza aldım ve 2005 başlarında göçmenliğe başladım.) iki veya üç kez senin durumunu tartıştık.
Doğal, haklı ve sanırım bildiğin nedenlerle tüm yoldaşlar seni benden sordular. „Bilmiyorum“ dedim hep ve ekledim: „Yaşar ya benden sonraki sürecin içerisindedir; yada içerisinde bulunduğu ALANIN özellerindendir. Eğer özel bir durumu varsa; o özel konumu nedeniyle yoldaşlar kendisinden uzak durmaktadırlar.
Doğrusu benim senle ilgili buradaki yoldaşlarıma anlatıklarımın özeti olan bir önceki pargrafın içeriği somut bilgilere dayanmıyordu. Bildiğim yaşanmışlıklar üzerinden yorum ve değerlendirmeler yapmıştım. Hatta arkadaşlarıma „Kasa uzmanı Mişel“ i anlatmıştım. Özel nedenlerle amcasını öldüren Armağan kimseyi ilgilendirmez demiştim. Yüzdeyle çalışanlar yüzde yüz sonuçlarına da katlanırlar örneğini vermiştim.
Bu kısa paragrafımı sen uzun uzun oku lütfen Yaşarcığım.
Benim bu çok şey biliyor ukalalıklarım kendi zaafım; ben bunu biliyorum. Vefasızlığın onlarca örneğini görmüş ve yaşamış birisi olarak KKP davasından hapse düşmüş Yaşar Özel’i bunca yıl zindanda unutamazlar diyen kafamın içine tüküreyim.
Yukarıda da belirttiğim gibi, seni tartıştığımız uzun ara sohbetlerimizi de ne yazık ki gündemimize sokan yine sen oldun. Bir istenmeyen evlilik konusu üzerine koparttığın düşünsel fırtınan bir Roman’a dönüşmeseydi eğer, emin ol daha senden haberdar olmayacaktık.
Yeri geldiği inancıyla beynimi kemiren bir sorumu da araya sıkıştırayım. Ceza alma gerekçelerin başta olmak üzere, toplam nedenlerle Yaşar Özel’i tanıyanların sınırlı olacağını hepimiz biliyoruz. O sınırlı sayıdakilerin de hiç o semte, vefaya uğramadıkları gerçeğini kabüllenmek farz oldu 20 küsür yıl unutulma ardından. Da, bugüne kadar Yaşar’dan niye hiç ses çıkmadı be iki gözüm? Niye biz sağırlara sesini duyurmak için „ Bu zindanda bir Yaşar yaşamakta ey ehli vijdannn!“ diye avazın çıktığı kadar bağırmadın?
Az önceki sorularımın mektup konusu ve akışına uygun düşmediğini biliyorum yoldaşım. Sakın ola söylemeye dilim varmıyor ama, „ Suçun birazı da sende.“ dediğim anlamı çıkarmayasın. Yalnızca merek benimkisi. Bunca suskunluğu anlamakta zorlanıyorum doğrusu.
Bu ara sokaklardan çıkıp yeniden asıl konuya döneyim. Yazdığın o güzel Roman aracılığı ile senden haberdar olduk demiştim ya, iki kez seni ve durumunu tartıştık. Resmiyet dışı sohbetlerimizin ve telefon görüşmelerimizin konusu olmayı epeyce sürdürdün. Fakat:
„sorup öğrenmeden kimse Yaşar’la ilgilenmesin.“ diye özetlenebilecek tutumumuzu gereğinden fazla uzattık. Anlayacağın vefasızlık bilgilendirme kanallarında da yaşandı. En son üç yoldaş yanıma geldiler ve seninle ilgili sözcüğün tam anlamıyla beni sorguya çektiler.Kızgın ve öfkeliydiler. Özetle „ VEFA NEDİR?“ diye sorup sorguluyorlardı seninle ilgili süreç ve tutumu. Sinir uçlarıma çok dokundular. Hakkım ve haddim olmayarak onlara kızdım. Ve dedim ki „ Sorup öğrenmeden Yaşar’a bir mektup bile yazmayın. Öğrenmek için ise falan ile filana hemen şimdi telefon açın ve deyin ki; Yaşar Özel’e biraz para gönderebilir miyim? Bir mektup yazabilir miyim?“
Telefon görüşmelerinin sonunda seni tartışan beş kişi (Çünkü ikinci güne sarkan sobetimize bir yoldaş daha katılmıştı.) karmaşık duygu ve düşünceler içerisindeydik. Üçüncü kez seni gündeme getiren üç yoldaşın, ki ikisi kadın, yüzüme bakışları elbet sorgulayıcı idi. Gerçeği öğrenmek ise hiç birimizi sevindirmedi doğrusu. Yanımdaki dört yoldaş, dile döktükleri dışında neler düşündüler, tam olarak bilemem.Yüz hatlarından karmaşık düşünce ve kaygılar içerisinde olduklarını ise söylememe bile gerek yoktur. Beni ise hiç sorma!
Seni cezaevinde unutanlar ve senle ilgili tüm akıl yürütmelerim kumdan şato gibi anında taru – mar oldular. Hem de üstüme çöktüler. O anı bekliyorlarmışçasına sayısız anılar üşüştü beynime. Senden utandım. O sevgili oğlunu son yolculuğuna uğurlarken yiğit Kürt kadını tavrı sergileyen eşin ilk aklıma takılanlardandı. Nedense çocuk ve ilk gençlik yıllarımda Adana pamuk tarlalarındaki ırgatlığım aklıma geldi. İstanbul caddelerinde su, sakız ve kağıt mendil satan çocukları anımsadım. Günlük 30 adet olan sigara tüketimimi bildiğin nedenlerle 10’a düşürdüğümüz hapishane günlerim gözlerimde canlandı. Bez torbalara doldurup tuvalet kapısının tahtaları arasına sakladığımız şekerlerimizi tüm aramalara rağmen gardiyanların bulamamalarına nasıl da sevinmiştik dedim içimden.
Evimin salonunda ve dört yoldaşımla birlikte otururken emin ol, sık sık kaçtım yanlarından. Örneğin, bir keresinde 1990 yılının Kasım ayına kadar gittim. Cezaevinden yeni çıkmış ve yönetici konumundaki yoldaşlarımla ilk kez buluşmuştum. Doğal olarak yoğun soru bombardumanı altındaydım. Birlikte olduklarımdan beş kişi hiç hapishane içi görmemişlerdendiler o zaman. Ve bana israrla „ Tahliye olan yoldaşlar, özellikle de sorgu, mahkeme ve cezaevi süreçleri iyi olanlar neden çıktıktan sonra mücadeleden uzak duruyorlar?“ diye soruyorlardı. Normal, makul ve mantıklı bir soru gibi değil mi? Ben de demiştim ki yaklaşık olarak yoldaşlarıma:
Tahliyeye yakın insanlar heyecanlıdırlar. O heyacan içerisinde tüm yaşamlarının bir muhasebesini yaparlar. Tahliye sonrasına ilişkin kurgularını kaba hatları ile şekillendirirler. Tüm bu beyin fırtınası içerisindeki ana sorulardan birisi şudur: Ben siyasi mücadelem içerisinde YAŞADIKLARIMI VE YAŞATTIKLARIMI yeniden göze alabilir miyim? Yanıt her kişiye göre değişir şüphesiz. Altı çizilen ikinci sözcük herkesleri ürkütüp korkutur ama. Ve kimse kaya kovuğundan çıkmadığına göre, büyük çoğunluk ikinci şıkkı yeniden göze alamaz. Hele hele kendisi hapisteyken dışarıda aç kalanları olanlar…İçeride posta pulu parası bulamayanlar…Kendisinden bir selam, bir mektup esirgenenler…Yani birinci şıkta da ağırlıklar taşınamaz ağırlıktaysa; şaşkın şaşkın soru sormak abestir.
Vefa tarihi bir semtir cancağzım. Ben hoşlanmam ya , bozası da meşhurdur. Vefa yakılıp yıkılmamalı. Tarihi yarımadadadır ve Altın Boynuz Haliçe bakar nazlı nazlı. Süleymaniye’ye komşudur. Aşağısından, Unkapanı yönünden ezgiler yükselir hep. Emanettir bugünkü nesillere. Torunlarımız ve binlerce yıl sonraki torunlarımız VEFA’dan mahrum olmamalılar. Onların emanetidir çünkü.
Vefasızlara inat VEFA yaşatılmalıdır. Çünkü önemlidir ve insana- insanlığa dair bir erdemdir. Kaldı ki VEFASIZLIK davanın büyük, derin ve uzun gelecek serüvenini anlamamak demektir de. Lami cimi yok; kaçarı göçeri de yok; çünkü suda ve bataklıkta çırpındıkça batar çırpınan. Yani bir insanı, bir yoldaşı unutan akıl ve yürek; kötü, hem de çok kötü bir alışkanlık içerisindedir artık ve gerisi gelir. İnsanlık umut ve düşlerini kuruttuktan sonra geriye ne kalır ki!
Seni hayali de olsa sarılıp öpüyorum sevgili Yaşar. Bu mektubun son sözü olarak söyleyeyim ki; herhangi bir somutluğu olmasa da, sana gönlümde hep ayrılmış bir yer olacaktır bilesin. Özel her sorun ve sıkıntını bana yazarsan sevinirim.

15 Temmuz 2015

(adres)

Kemal Bilget.

Diğer Başlıklar

SALDIRI NEREYE VE NİYE? KEMAL BİLGET

Siyasetin son gelişmelerini kimi yönleriyle bu yazıda ele alıp değerlendireceğiz.Gelişmeleri gözden geçirmeye başlamadan konuyla ilintili …

AKILDA BULUNSUN, Kemal Bilget

Dünden bugüne toplumun yoğun olarak konuştuğu gündem biliniyor: Kılıçdaroğlu’nun yumruklanması ve ardından sığındığı evin basılarak …

RAKAMLAR YALAN SÖYLEMEZ

İkigündür abartısız belki on kez bigisayarın başına oturup oturup kalktım. Bu yazıyı yazma kararını çok …

ZAMAN VE MEKAN

Bir soruyla başlayalım yazmaya: Dokuz ay yirmi ( 9 ay 20 ) günlükken doğmuş bir …