Parlak 21. YY Komünizm Manifestosunun geniş yer verdiği konulardan biri ”Örgütlenme” meselesidir. Manifesto yazarının en şatafatlı incilerinden biri ise ”merkezde değil, gövdede güçlü örgüt” anlayışıdır.
Bu safsata, anarşizmden aşırılma boş bir görüştür. Bu görüş ”yerelden evrensele” demagojisiyle birlikte kullanılmaktadır. Türkiye ve Kürdistan sol hareketleri arasında popüler olan bu görüşler kendisini bazen ”yerel muhalefet meclisleri”, bazen ”komünal demokrasi” yahut ”demokratik özerklik” biçiminde yansıtmaktadır. Bu anlayışlarda ileri sürülen modeller yer yer toplumsal örgütlenme, yerel yönetimler gibi konuları kapsarken bazen partiler, sendikalar ve demokratik kitle örgütleri için de kullanılmaktadır. Bunlar bilimsel sosyalizmin amansız düşmanlarının gericiliğin azıya aldığı, sosyalizmin yenilgiye uğradığı dönemlerde ısıtıp ısıtıp öne sürdükleri bayat görüşlerdir.
Sosyalist sistemin dağılmasından sonra dünya komünist ve işçi hareketinde, öteki devrimci hareketlerde, ulusal kurtuluş hareketlerinde bir kırılma ortaya çıktı. Burjuvazinin neoliberal ideolojik taarruzuna, devrimci hareketlerin önderlerini ”satın alma” saldırısı eşlik etti. Bunların bir kısmı sendikalarda, burjuva basında, belediyelerde iş güç sahibi edildi. Bir kısmı, doğan yeni koşullara kendilerini uyarlayarak burjuvazinin müsaadesine mazhar yoz bir ”devrimci aristokrasi” tabakası oluşturdular. ”Devrimci aristokrasi” mensupları emekçi kitlelerin geniş yığınlarından koptu; başında bulundukları örgütleri ”ekmek kapısı”na dönüştüren modern tarikat şeyhleri haline geldi. Bu ”devrimci şeyhler”in tekkesine dönüşen örgüt ve partiler gitgide devrimci özlerini yitirdiler. ”Devrimci aristokrasi” liderleri siyaset cambazlarına dönüşmekte gecikmedi. Bu noktadan itibaren sosyalizmi tırtıklamaya, ideolojiyi çarpıtıp yozlaştırmaya giriştiler. Bunlar güya sosyalist sistemin bürokratik, oligarşik zaaf ve kusurlarına saldırıyor; komünist partileri değişmez liderler yaratmakla suçluyorlardı. Bu gibilerinin demagojileri başını aldı yürüdü.
Yirminci yüzyılın yirmili yıllarında ortaya çıkan sol komünistlerin liderler – yığınlar karşıtlığı üzerine yumurtladıkları inciler; esasen aristokratlaşan ve sınıfa ihanet eden II. enternasyonal partilerine olan tepkinin bir yansımasıydı. Ama 20. Yüzyılın son on yılında patlayan ve 21. Yüzyıl başında komünizmin yeni manifestosunu yazacak kadar gemi azıya alan oportünizm özünde sosyalizmden kesin kopuşun tezahürü oldu. Bunlar ”düzeni olanlar, düzeni değiştiremezler” diyerek kendi kadrolarından ”düzen” kurmamalarını isteyen ama mevcut düzene dibine kadar gömülmüş olan hüner sahipleriydiler.
Lenin, II. Enternasyonal partilerinin sosyal hain liderlerinin ihaneti karşısında tepki duyarak liderler – kitleler karşıtlığı üreten sol komünistler için şunları yazıyor:
”… kitlelerin diktatörlüğü ile liderlerin diktatörlüğünü karşı karşıya koymaya kadar vardırmak, gülünç bir saçmalık ve aptalca bir şeydir. İşin özellikle gülünç olan yanı ise, basit şeyler üzerine genel insani görüşlere sahip eski liderlerin yerine (”Kahrolsun liderler!” şiarının ardına gizlenerek) saçma ve çılgınca şeyler yumurtlayan yeni liderler geçirmektir.” [age, s. 36 – 37]
Yüzyıl sonra güldürüye dönüşen bizdeki sefalet de aynıdır: ”basit şeyler üzerine genel insani görüşlere sahip eski liderlerin yerine (”Kahrolsun liderler!” şiarının ardına gizlenerek) saçma ve çılgınca şeyler yumurtlayan yeni liderler geçirmek!”
Bizim saçma ve çılgınca şeyler yumurtlayan lider adaylarımız eski liderlerin yerine kendileri geçmek istiyor. Bu arkadaşlar ”20 Yüzyıl komünist örgütlenmesinin öne çıkan bir diğer özelliği; süreç içinde az ya da çok tüm komünist partilerde merkezler tanrı, genel sekreterler peygamber katına çıkartıldı” keşfinini yapıyorlar. Ne de olsa eski liderlerin yerine geçmek için evire çevire kullanılabilecek elverişli bir argüman. Hangi eski liderler? Dünya ölçüsünde bakarsak liste çok uzun… Hepsini aşmak lazım. Onları aşmak için ne lazım? Önce 21. Yüzyılın Komünizm Manifestosu’nu yazmak lazım. Bu yazıldı. Sonra ne yapmak lazım? Bu manifestoda tarif edilen 21. YY örgütlenmesini yaratmak lazım. Bunun için gereken ilk şart, halen varlığını sürdüren leninist parti modellerini çöpe atmak ve yerine ”liderlerin değil, kitlelerin partisini”, ”merkezinde değil, gövdesinde güçlü örgüt modelini” koymak! Bu işi de ÖSP başkanı uhdesine aldı.
Başka hangi liderleri aşmak ve yerlerine yeni liderler koymak ya da yeni lider olarak geçmek lazım? Memlekette kendilerini ”dayı”, ”abi”, ”serok”, ”önder” sayan ya da örgütüne saydıran liderleri aşmak, bunların yerine geçmek lazım. Bunun için aday var mı? Olmaz olur mu? Bütün bu inciler boşa mı yumurtlanıyor? Her yiğidin gönlünde bir aslan yatar; hazır bütün eski liderler tarihsel olarak aşılmışken yeni koşulları en iyi çözümleyen ve bunun manifestosunu yazan kimseden başkasına liderlik yakışır mı? Elbette ki yazarımızın böyle bir kastı ve niyeti yoktur. Fakat bu teorileri üretenden başkasına da yeni çağın liderliği yakışmaz. [APO’nun Türkiye’ye teslim edilmesi ile Kürt hareketinin liderliğine soyunma heveslerinin artması; bunun için eski örgüt yapıları, kadroları ile KÖKLÜ BİR KOPUŞU gerçekleştirme; bu maksatla hepsine saldırma ve karalamanın aynı zamana denk gelmesi raslantı değil.]
Liderlik meselesi söz konusu olunca bu meseleyi Kürdistan ile sınırlamak da tabii ki eksik bir yaklaşım olur. Yukarda değindiğimiz gibi, dünya komünist hareketinin de yenilenmesi, yeni örgüt modeline göre dönüşmesi ve tabii ki bu modele uygun bir liderlikle donanması gerekir. ”Merkezde değil, gövdede güçlü” dünya komünist örgütünün liderliği meselesini de halletmek gerekir. Buna aday var mı? ”Yerelden evrensele 21. yüzyıl komünizminin teorisini, manifestosunu, örgütlenmesini ve pratiğini” üreten Kürdistan komünistlerinden başka ufukta ciddi bir aday halihazırda yok. Bu işi de ÖSP başkanı olan hazretin omuzlaması gerek. Zor, çetin bir görev; ama iş başa düşünce neylersin!
Bu hazret, dünya komünist hareketinin keşfetme şerefine henüz erişmediği, baştan sona pırıltılı ama sahte mücevherlerle dolu 21. Yüzyıl Manifestosu’nda şunları yazıyor:
”Güçlü merkez ama gücünü örgütün gövdesinde yoğunlaştıran ya da oradan alan bir merkez; güçlü ama İngilizcedeki center, Kürtçedeki navend misali orta ya da gövdeyi temsil eden güçlü merkez; partide ideolojik, politik, felsefi güç ve birikimi sadece merkezde değil, asıl örgütün gövdesinde yoğunlaştıran bir örgüt! Merkezin despotluğu kadar yerelin derebeyliğine karşı da bariyer olabilecek, gövdede güçlü bir komünist örgütlenme; dahası örgütün örgüt yaratıcılarını (yani kendi örgütleyicilerini) örgütleyip esir alamayacağı, kendini sürekli aşan örgüt!
Örgüt bir yanıyla devrimci irade ve disiplin ise, disiplin içerisinde özgürlüğü esas alan 20. yüzyıl komünist örgütlenmesinin tersine 21. yüzyıl komünist hareketi özgürlük içerisinde disiplini esas alan; bununla disiplini örgüt işleyişinde ve kadro yapısında içselleştirilmiş bir doku haline getirerek disiplini dışsal bir öğe olmaktan çıkartan, çıkartabilen; oluşturulan merkezleri yukarıdan aşağıya doğru örgütlenerek yerelleşen 20. yüzyıl deneyimi olarak merkezin yerelleşmesinin tersine yereli her açıdan adım adım merkeze doğru büyüterek (merkezileştirerek) merkezde organik birliği sağlayan bir komünist örgütlenme! Bu örgüt, belli başlı çizgileriyle bütünlük içerisinde gövdede güçlü bir örgüttür.” (syfa 40)
Yazar saçmalamakta sınır tanımıyor. Önce ”özgürlük içinde disiplini”, ”disiplin içerisinde özgürlük”ün karşısına koyuyor. Bunlardan birincisini istikbalin komünist örgütlenmesine yakıştırıyor; ikincisini 20. yüzyıl komünist örgütlenmesinin tipik bir özelliği olarak tanımlıyor. 20. Yüzyıl komünist örgütlenmesinin disiplin içerisinde özgürlüğü esas aldığını söylüyor. Özgürlük ile disiplini birbirinden koparmak ve karşı karşıya koymak kafa karışıklığından başka bir şey değil. Bir örgüt ortak bir programı benimseyen, ortak hedefler taşıyan, bu hedefleri gerçekleştirmek için özgürce bir araya gelen özgür insanlar tarafından oluşturulur. Bu insanlar bir program altında sistemleştirdikleri ortak hedeflerini gerçekleştirmek üzere işleyiş kuralları ortaklaşa belirlenmiş bir örgüt altında özgürce toplanırlar. Örgütün işleyiş kuralları onun tüzüğünde yer alır. Tüzükte örgüte üye olmanın koşulları, üyelik kıstasları, üyelerin hak ve görevleri, örgütün yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya işleyiş mekanizması, demokrasinin ve merkeziyetçiliğin çerçevesi ve öteki kurallar açık biçimde saptanır. Örgüt üyeleri örgüte özgürce katılır, onun işleyişine etkin biçimde dahil olur, tüzük haklarını özgürce kullanır ve tüzükte belirlenmiş görevleri belirlenmiş disiplin kuralları çerçevesinde yerine getirir. Komünist partide özgürlük ve disiplin birbirini tamamlayan, birbirini karşılıklı etkileyen, birbirinden kopmaz bir bütündür.
Yazar geçmişin komünist partilerini ”disiplini örgüt işleyişinde ve kadro yapısında içselleştirilmiş bir doku haline” getirmeyen; ”dışsal bir öğe” olarak dayatan örgütler olarak damgalıyor. Manifestocu, yalnız geçmişin devrimci örgütlerini gözden düşürmekle, onları lekelemekle kalmıyor, bu örgütlerin üyelerini de ”dışsal disiplin”e körü körüne boyun eğen kişiliksiz, iradesiz emir kulları [belki de kendini tarif ediyor; kim bilir?] sınıfına sokuyor. Bolşevik partisini, öteki komünist partileri, Sandinistaları, Küba devrimcilerini dışsal disiplinle hareket eden tarikatlar yahut burjuva ordu örgütleri gibi yansıtıyor. Böylelikle komünist ve devrimci hareketin tarihsel birikimlerinden, değerlerinden kopmanın teorisini yapıyor.
Yazar 20. yüzyıl komünist partilerini ”oluşturulan merkezleri yukarıdan aşağıya doğru örgütlenerek yerelleşen” örgütler olarak tanımlıyor. Bir partinin merkezi, aşağıdan yukarıya doğru seçimler yoluyla oluşturulur. Kendi kongrelerini toplayan yerel örgütler, tüzüklerinin öngördüğü belirli bir süre için bir yandan yeni yerel örgüt yöneticilerini seçer; bir yandan da genel kongre delegelerini seçer. Genel kongre bütün parti örgütlerinin seçtiği delegelerle toplanır ve yeni merkezi seçer. Merkez aşağıdan – yukarıya doğru böyle oluşturulur. İki genel kongre arasında partinin genel yönetimini üstlenir. Partinin genel politikalarının belirlenmesi ve yürütülmesi, bütün parti örgütünün örgütlü bir bütün olacak tarzda yönetilmesi, bir ağ gibi yerel ve merkezi örgütler toplamından oluşan parti yapısının ortak politikalar doğrultusunda yukarıdan – aşağıya yönlendirilmesi, aşağıdan – yukarıya seçilmiş merkezin görevidir. Partinin yukardan – aşağıya doğru örgütlenmesi ve yerel ve merkezi organların aşağıdan – yukarıya doğru seçimle oluşturulması birbirini tamamlayan, birbirinden koparılamayacak olan merkez – yerel, yerel – merkez diyalektiğinin tezahürüdür. Bu, 19. YY’da da, 20 YY’da da böyleydi; şimdi de böyledir.
Samet Erdogdu·15 Haziran 2018 Cuma