CHP 70’li yıllarda popülist ”Ak Günlere” sloganıyla çıkış yaparken artık ”Ortanın Solu’ndan Demokratik Sol”a dönüştüğünü söylüyor ”İş işleyenin, Toprak Ekenin” türünden işçi ve köylülere yönelik popülist vaadlerde bulunuyordu. Zamanla ”sosyal demokrat”laştığını ilan etti. Ama hiçbir zaman ”cumhuriyetin kurucu partisi” olduğunu unutmadı. ”Türk milli çıkarları” ve kurduğu ”devletin bekası”, sözkonusu olduğunda daima ”sorumlu” davrandı.
Kılıçdaroğlu bu sorumlu devlet adamlığının tipik temsilcisidir. Bugüne dek öne sürdüğü bellibaşlı adayların profilleri Kılıçdaroğlu ve ekibinin gerici karakterini sergilemeye yeter: Ekmeleddin İhsanoğlu, Muharrem İnce, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu… Al birini vur öbürüne.
Öbürlerini es geçelim; Ekrem İmamoğlu’nun profiline bakalım. Kimmiş, meziyetleri nelermiş? İmamoğlu inşaat ve taahhüt işleri yapan aile şirketinin yönetim kurulu başkanlığı; Trabzonspor yönetim kurulu üyeliği ve Beylikdüzüspor Klübü yöneticiliği yapmış bir kapitalist. Babası 12 Eylül öncesi sıkı bir MHP’liymiş, daha sonra ANAP’ın Trabzon’da kurucusu ve merkez ilçe başkanı olmuş. Ekrem İmamoğlu da siyasete ilk olarak ANAP’tan girmiş. Meziyetlerinden biri cumhuriyetçi değerlere bağlı bir muhafazakar olması. Her 10 Kasım’da Atatürk için Kuran okutup, mevlüt yemeği dağıtıyormuş. CHP’ye girip Beylikdüzü Belediye başkanı olduğunda CHP’liler bile ona ”AKP’li, MHP’li” demişler; Ekrem İmamoğlu bundan rahatsız olmak bir yana, toplumun her kesimine yakın görüldüğü için fazlasıyla memnunmuş. Ekrem İmamoğlu’nu AKP’liler de seviyormuş; kendisi diğer CHP’lilerin aksine AKP’li başkanlarla görülmekten kaçınmıyormuş. Hedefi tüm partilerle ortak akılla yönetilen bir İstanbul’muş. Dediğine göre ”AKP Partili belediye başkanı bile ”İyi ki bu adamı seçmişiz” diyecek. İddia ediyorum, biz öyle bir vizyon çizeceğiz ki gün gelecek sayın Cumhurbaşkanı bile bana oy verecek.” CHP Beylikdüzü İlçe Başkanlığına tepeden atamayla inmiş.; sonra da belediye başkanı adayı olmuş ve kazanmış. Kısacası kapitalist ve yanar döner, her yöne eğilir, Turgut Özal neslinin tam bir örneği.
Ekrem İmamoğlu bu; ne eksik, ne fazla. Evet, kazandığı seçim alicengiz oyunlarıyla gasp edildi. Bu, kesinlikle kabul edilemez. Göstermelik de olsa halen ”seçme ve seçilme hakkı” tamamen ortadan kaldırılmadığına göre; herkesin bu hakka saygı göstermesi; hem seçmenlerin iradesini hem de seçilenin kazandığı gerçeğini tanıması gerekir. Bu yapılmıyorsa burada ”direnme hakkı” doğar. Yapılması gereken şey işte bu direnme hakkını kullanmaktır. Direnme hakkını kullanmak sadece hak değil; aynı zamanda görevdir. Seçilenin kendisini seçenlere karşı görevidir. İmamoğlu bu hakkı kullanmadi; o ve partisi YSK kararını tanımadıklarını, haksız yere tekrarlanacak olan seçimlere katılmayacaklarını ve kazandıkları başkanlığı bırakmayacaklarını ilan edip; İstanbulluları bu doğrultuda kendilerini desteklemeye çağırmadılar. Bir kez daha ”Anayasaya aykırı ama” dercesine bu hukuksuzluğa boyun eğdiler ve seçimlerin yenilenmesine kerhen rıza gösterdiler. Böylece AKP’nin kazanılmış bir seçimi zorbaca çalma suçuna boyun eğdiler.
CHP ve ortağı İYİ Parti’den ”ortamı gerecek” bir tavır elbette beklenemezdi. AKP ve ortağı MHP bunu bildikleri için kazanılmış seçimi iptal etmeyi göze aldılar. 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana aynı filmi tekrar tekrar oynatmaktan kaçınmadılar. 2017 Nisan Anayasa oylamasını OHAL ortamında hile ve hırsızlıkla kılpayı kazandılar. 2018 seçimlerini aynı şekilde baskı, hile ve hırsızlıkla kazandılar. Hatta bu seçimleri gerçekten kazanıp kazanmadıkları bile şüpheli. Hepsinde de muhalefet biraz mızmızlık etmekten öteye gidemedi. Faşizme cüret veren bu pespaye tutum şimdi de değişmiş değil.
Kemalist devletçi CHP’nin, faşist İYİ Parti ile kurduğu Millet İttifakı’nın derdi ”demokrasi ve özgürlükler” değil. Gelecekteki elverişli bir ortama sağ salim erişmek, o zamana kadar güçlerini korumak, kimi mevziler kazanmak istiyorlar. Tepeden tırnağa faşistleştirilmiş devlet kurumlarının başına geçmek; iyice faşistleştirilmiş hukuki yapıda göstermelik değişiklikler yapmaktan öteye gitmeyecek bir koalisyon hükümeti kurmak ya da icinde yer almak için antrenman yapıyorlar. Bir takvimleri var mı? Bilmiyoruz; belki Fi tarihinde, belki yarından da yakın! muratlarına ererler.
Bu partileri desteklemek gerekir mi? İşçi sınıfının, Kürt halkının, Alevilerin, azınlıkların bu partileri desteklemek için bir tek nedenleri var mı? Kimilerine göre var: AKP’den kurtulmak, faşizmin kurumsallaşmasını durdurmak, burjuva demokratik bir ortamın doğmasına imkan sağlamak için bu iki partiyi ”bağrımıza taş basarak” desteklemek gerekir, diyorlar. Bu kesimler bir öncelikler sıralaması yapıyorlar; mevcut koşullarda önceliğin AKP’yi devirmek olduğunu, AKP’yi devirmenin burjuvazi ile proletarya, TC devleti ile Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi arasındaki temel çelişkiyi ortadan kaldırmayacağını, ama baş çelişki çözülmeden temel çelişki çözülemeyeceğine, şu anda AKP – MHP bloku ile ”demokrasi bloku” arasındaki çelişki baş çelişki olduğuna göre ilk hedefin bu sorunu çözmek olduğunu ileri sürüyorlar. Bu bakış açısından CHP kuyrukçuluğunun maazereti daha uzun bir süre boyunca mevcut kalacak demektir. Zira bugün AKP- MHP ittifakını devirmek veya geriletmek; yarın ise onların yeniden güçlenmesini ve iktidara gelmesini engellemek için Kürtlerin, işçilerin, alevilerin oylarını her seçimde, en azından Türkiye’de Millet İttifakı’na yönlendirmek; Kürdistan’da ise CHP’nin kendi saflarında yer vermeyeceği bir kısım eski solcuları vekil yapmak için HDP’ye yönlendirmek gerekecektir.
“Baş çelişki”, “baş düşman”, “somut koşulların somut tahlili” argümanları CHP ve İyi Parti’nin ”Millet İttifakı”nın destekçisi konumuna düşmeyi haklı çıkarmaz. Devrimci demokratik güçlerin görevi kitlelere üçüncü bir seçenek sunmak, bu üçüncü cephede güç yoğunlaştırmak, bu güçleri somut bir program etrafında seferber etmektir.
Düşman güçler arasındaki çatlaklardan, biçimsel çelişkilerden, tekil ayrılık noktalarından yararlanmak onlardan birilerinin peşinden sürüklenmekle, oyunda pasif figüran rolünü kabul etmekle mümkün olmaz. Herşeyden önce oyunun kuralları aleyhte kurgulanmıştır. 24 Haziran 2018 erken seçimleriyle yürürlüğe konan yeni anayasal sistemle birlikte faşizmin kurumsallaşması gerçekleştirilmiştir. Klasik faşizmden farklı olarak bu sistemde bütün partiler, sendikalar, dernekler, basın – yayın organları vs. kapatılmamış; sistemi maskeleyen, meşrulaştıran unsurlar olarak mevcudiyetlerine dokunulmamıştır. Faşizmin yeni bir biçimiyle karşı karşıyayız. Partiler var, seçimler yapılıyor, parlamento yerinde duruyor; ama bütün güç tek elde toplanmış bulunuyor.
Öncelikle bu ikiliği bozmak gerekiyor: Faşizmin ”demokratik” maskesini düşürmek! Onun belirlediği kurallar üzerinde sahneye çıkmayı reddetmek; hakemlerini kendisinin tayin ettiği minderde güreşe tutuşmamak. Onu başka sahalara, minderlere çekmek.
Halkın rejime öfkesi zannedildiğinden büyük ve derindir. Bu öfkenin sahte seçim sandıklarına kısmen yansıması rejimin kaçınamayacağı; hatta bir ölçüye kadar halk nabzını ölçmek için ihtiyaç duyduğu bir soğutma, yatıştırma, saptırma, dindirme, ateş düşürme tedbiridir. Fakat faşizmi geriletme, kurumsallaşmasını çelmeleme işlevi ona atfedilen boş bir beklenti, illüzyondur. Halkın devrimci eylemlere itibar etmediği, henüz devrimci kalkışmalara girişme isteği duymadığı, bu yüzden seçimlere katılıp ehven-i şer olanı yapmak, hatta daha ileri gidip ”işlevli oy” kullanmak, ”stratejik oy kullanmak” gerektiği türünden hiç de yabancısı olmadığımız bayatlamış argümanlar çürüktür. CHP’sine oy kanalize etmeye yönelik bu ”akıllı politikalar”ın işçi sınıfının bağımsız politik hattı ile zerrece alakası yok. Emekçi sınıfların geri öğelerinin ruhunu okşayan, onları burjuvaziden koparıp ayrı bir politik hat üzerinde birleştirmeyen, sıradan insanların geri bilinçlerine teslim olma yerine bilimsel sosyalizmin seviyesine yükseltme kaygısı taşımayan popülist, günübirlik, sosyalizmi yeniden gözden geçirmeci ve sözde yenilemeci akımların 70’li yıllarda izledikleri politikaların yeni bir tekerrürü ile karşı karşıyayız.