Türk devleti ve onun bütün parti ve kurumları ülkemiz üzerindeki Türk sömürgeci boyunduruğunun varlığını meşru hak; milletimizin bu boyunduruğu kırma istemini ise ‘’Bu ülke’’ye karşı yapılmış affedilmez cürüm sayıyorlar. Türk sömürgeciliğinin literatüründe ‘’Bu ülke’’ TC devletinin halihazırdaki sınırları dahilindeki her yerdir. Hatta Lozan antlaşmasına dahil edilememiş Kürdistan toprakları da, ‘’Misak-ı Milli’’ gereği ‘’bu vatan, bu ülke, bu topraklar, bu coğrafya’’dır. Kısacası Türkiye’dir. O yüzden buraların da yeniden fethedilmesi ve Türk sömürgeciliğinin boyunduruğuna vurulması meşrudur. Kürdistan’daki ‘’Kürt realitesi’’ ise artık reddedilmez bir hakikatsa da sadece bir ‘’Sorun’’; çözülmesi gereken bir baş belası, halledilmesi gereken bir karın ağrısı, ‘’Türkiye’nin önünü kesen, demokratikleşmesini engelleyen, büyüyüp bir cihan devleti olmasını köstekleyen’’ bir meseledir. Bu ‘’mesele’’, şimdiye kadar olduğu gibi, zor yoluyla mı hal edilecek, yoksa ‘’demokratik sömürgecilik’’le mi savuşturulacak. Türk sömürgeciliğinin ‘’sorun’’u(!) ortaya koyuş biçimi budur.
Sömürgecilerimiz için ‘’sorun’’ olan ‘’biz’’iz ve bir biçimiyle ‘’sorun’’ olmaktan çıkarılmalıyız. Önce ‘’ulus ve ülke’’ olarak ya ‘’yok’’ edilmeliyiz; ya da ‘’Bu ülke, bu vatan, bu millet, bu coğrafya, bu topraklar’’ın ‘’ayrılmaz, ayrılması teklif dahi edilmez, teklif edilmesi hiç bir kitaba sığmaz’’ bir ‘’bileşeni’’(!) sayılmalıyız. Bu ‘’bileşen’’e bazı ‘’ekolojik, demokratik, demografik, coğrafik, kültürel, hatta idari haklar’’ verilerek ‘’eşitlik’’(!) kurulursa ‘’mesele’’ kalıp kalmayacağı elbette tartışılabilecek ‘’milli’’ bir konudur!
Sözde ‘’ulusallığı aşmış’’, ‘’sınırsız’’ vs. Türk sosyal şövenizminin ‘’Kürt Sorunu’’na çözümü ile kaba, astığım astık Türkçülerin çözümleri arasında yumuşaklık veya sertlik yolunu tutmak dışında fark yoktur. Her ikisi de özünde Kürdistan’ı ve Kürt ulusunu bağımsızlık hakkına sahip özgür ‘’özne’’ olarak görmek yerine; köle kadar bile hak sahibi olmayan, ama hep ‘’sorun’’ olan ‘’mal’’ – ‘’nesne’’ olarak görmektedir. Bu ‘’nesne’’ üzerindeki tartışılmaz Türk mülkiyeti, adı konmamış, geçerliliği kanıksanma ötesinde içselleştirilmiş Koledarîliktir (sömürgecilik). Kürt ulusu ve Kürdistan üzerinde tesis edilmiş bu Koledarî sistemi bozulması imkansıza yakın bir ‘’Elmas Plan’’ sistemi olarak tasarlanmıştır. Sistemin tek zayıf noktası Kürt milletinin ulusal köleliği gönül rızasıyla kabul etmemesi; her fırsatta bu esaret sistemini kırmak için baş kaldırmasıdır. Bu noktada Kürt ve Kürdistan, sömürgecilerin karşısına bir ‘’sorun’’ olarak; dolaylı özne olarak çıkmaktadır. ‘’Sorun’’, Kürd’ün başkaldırmasıdır. Başkaldırma bir maraz, hastalık, tehlike, tehditdir ve sömürgeci akıl bir yandan bu marazı bildiği usullerle ortadan kaldırmaya çalışırken; bir yandan da marazın niteliği, nedenleri üzerine teşhis koymak için tahlillere girişmekte; ‘’maraz’’ı masaya yatırıp üzerinde deneyler, araştırmalar, ameliyatler yapmakta; adeta hanenin azap, maraba, kedi, köpek, at, eşek, öküz gibi mallarından birininin sergilediği gariplikleri bertaraf etmeye çalışmaktadır: Azap azaplığını, maraba marabalığını aşmamalıdır, köpek, efendisine havlamamalıdır; at veya eşek onu sırtından atmaya yeltenmemelidir, öküz çift sürerken hattan sapmamalı, boyunduruğu kırmamalıdır. Kısacası sömürgeci egemenlik sarsılmamalıdır.
Kürt ulusu ve Kürdistan için ‘’Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Kürdistan’ın ‘’Kürt sorunu’’ olur mu? Kürt ulusu, Kürt ulusunun ‘’sorunu’’ olur mu?
Sömürgecinin sorunu esaret altında tuttuğu Kürt ulusudur. Kürt ulusununun ulusal esarete itiraz etmesi; esaretten kurtulmak, hür ve müstakil devletini kurmak istemesidir. Efendinin sorunu köledir; kölenin kendi evinde kölelikten çıkmak, kendi evi üzerinde kendinin efendisi olmak; başka bir efendiyi reddetmek istemesidir. Kölenin sorunu köle, yani kendisi değil; onun mahkum olduğu köleliktir. Bu köleliği kırmak görevidir.
Bizim sorunumuz ‘’Ulusal Sorun’’dur. Ulusal sorun, ulusumuzun kendi üzerindeki sömürgeci boyunduruğu (Koledarî) kırıp atması ve kendi ülkemiz Kürdistan’da kendi bağımsız devletimizi (Azadî û Serbixwe) kurması sorunudur.
Bizim ‘’Ülke’’miz Kürdistan’dır. Kürdistan sömürgedir; önündeki acil sorun ulusal kurtuluştur. Kürdistan’ın burjuvazisi ve feodal artıkları Türk sömürgecilik sisteminin ayrılmaz bileşenleri haline geldikleri için; ulusal kurtuluş sorunu proletarya ve öteki emekçi sınıflarımızın görevidir. Bu özgünlük Kürdistan ulusal kurtuluş devrimini, aynı zamanda kapitalizme karşı toplumsal kurtuluş devrimi haline getirmiştir.
‘’Ülkemiz ve ulusumuz için ‘’sorun’’ Koledarîlikten kurtulmak Kurdistana Azadî û Serbixwe’yi kurmak’’ Kürt ulusunun ve Kürdistan’ın modern uluslar topluluğu arasında saygın ve onurlu bir yer alması için ön koşuldur. Bu Koledarîlik ‘’Trafik Canavarı’’(!) gibi insan-dışı, soyut bir imajî kurum değil; Türk, Fars, Arap hakimiyet boyunduruğudur.
Türk devleti hem nüfus, hem toprak olarak Kürdistan’ın en büyük bölümünü ilhak etmiştir. Bundan ötürü Kürdistan’ın Fars ve Arap devletleri hakimiyetindeki diğer üç parçasıyla doğrudan sınırdaş olan tek sömürgeci devlettir ve Kürdistan’ın adını dahi duymakla öfke, hiddet ve saldırganlık damarları derhal kabarmaktadır. Bundan öte, tarih boyunca Kürdistan’ın bütününe egemen olmak için halkımızla ve Kürdistan’ın doğusuna egemen olan rakibi İran’la sürekli savaşmıştır. Türk devletinin başka ‘’ilgi’’ alanlarıyla uğraştığı, savaş, iç karışıklıklar ya da başka nedenlerle zayıfladığı dönemlerde Kürdistan’daki hakimiyetinin de çözülmeye başladığı bilinen bir gerçektir. Hem yazılı ‘’devlet hafızası’’; hem de askeri, idari, hatta genel eğitim yoluyla gelecek kuşakların beyinlerine nakşolan ‘’milli hafıza’’ ‘’Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’’ düsturunun nakşedildiği kollektif bir millet-i hakime zihnine sahiptir. Ancak bu kadar da değil; ‘’fetih ve talan’’ geleneği üzerine kurulan Türk devletinin genlerinde emperyalist mizaç vardır; bugünkü Türk devletinin selefi olan Osmanlı devleti en güçsüz olduğu, zayıflamaya, gerilemeye, hatta çökmeye başladığı zaman dahi bu karakterini kaybetmemiştir. O, bir ‘’cihan devleti’’, ‘’imparatorluk’’tur. TC devleti bu ‘’imperium’’un varisi / mirasçısıdır. Bir dönem, verasetçisinin tüm mirası üzerinde hak iddia etme gücü olmadığı için kabuğuna çekilen bu devlet; artık bu güce sahip olduğu kanaatındadadır. Sadece bu da değil; ayrıca, ‘’baki kalmak’’ için kendini ‘’ata mirasını yeniden elde etme’’ye mecbur hissetmektedir. Bu noktada, Batı’da (Rumeli) hak iddia etme trenini kaçırmıştır; sınırlaraşırı uzak bölgeler, Yemen, Fizan, Mısır, Filistin, Arabistan gibi yerler artık fetih ve ilhak edilemez. Geriye Kürdistan kalıyor.
Kürdistan coğrafik olarak doğu ile batıyı, kuzey ile güneyi birbirine birleştiren ya da ayıran stratejik bir konuma sahiptir. Gordiyon düğümüdür. Bu düğümü çözen bir güç, dört yön, yedi iklimin kapılarını açar.
Kürdistan’ın doğu parçasını da zaptetmek için İran’la kapışmaya girmek, İran güçlü olduğu sürece, makul görünmüyor. Ama Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan öyle değil. Buralar, büyük emperyalistler sıkıntı çıkarmadıkları taktirde, Türk devleti için en kolay av durumundalar.
Türk devleti on binlerce Kürdü tutsak tutmanın, Türkiyelileşme, ‘’Demokratik Ulus’’ta ulussuzlaştırma ya da Ankara ekseninde ‘’legal siyaset’’ yapma tuzağına düşürürdüğü ‘’Kürt siyaseti’’ ile istediği gibi oynama serbestliğinin ve ‘’savaş yorgunluğu’’ içine düşürdüğü halkımızı ‘’kontrol altında tutabileceği’’ni hesaplamanın güveni içindedir. O, net stratejik hedeflere sahip bir siyasal önderlik boşluğu olduğunun farkındadır ve bu avantajı korumak ve sürdürmek istemektedir. Bu noktada Kürt siyasetinin sorunu İmralı süreci ile birlikte PKK’de meydana gelen ‘’paradigma değişikliği’’nin yarattığı dezinformasyon ve deformasyondan ibaret değildir sadece; bu değişiklikten sonra ortaya çıkan ‘’boşluk’’tan yararlanmak isteyen Kürt siyasetinin öteki özneleri de aynı deformasyonun uzantıları halindedirler. Hiçbiri TC devletinin saldırı ve oyunlarını boşa çıkaracak yönelişte değildir; TC devletine ‘’tavsiye’’ler, ‘’uyarı’’lar, ‘’temenni’’ler, ‘’eleştiriler’’ dışında bir ‘’zararları’’ yoktur.
Bu durumun toplam sonucu halkımızın önderlerine ve kendi gücüne güveninin ve geleceğe dair umutlarının kırılmasıdır.
Somürgeci Türk devletinin bugünkü ‘’Kürt politikası’’ ‘’Bu ülke’’nin [Sömürgecinin mantığında ‘’Bu Ülke’’ ya da sadece ‘’Ülke’’ Türkiye’dir; Kürdistan zaten yoktur; o da Türkiye’dir] ‘’Kürt kökenli vatandaşları’’nı havuç ve sopa, psikolojik baskı ve ufacık ödüllendirmeler, şok darbeleri ve şok terapilerle hizaya getirmekten ibarettir. Bu, ‘’terörle arasına belirgin mesafe koyamayanlar’’ için böyle. Belirgin mesafe koyanlara gösterilen tolerans hiç kuşkusuz daha fazla. ‘’Terörist’’ addedilenler ya da ‘’teröristlerle iltisaklı’’ olarak görülenler ise elinde silah bulunup bulunmadığına bakılmaksızın ‘’etkisiz hale’’ getirilmektedir. Kürdistan’da sömürgeci egemenliğin özünü sorgulamayan, bu sistem içinde bazı ‘’mevzi’’ler, ‘’kazanımlar’’ elde etmek suretiyle ‘’gerçek eşit yurttaş’’ olunacağını vaaz eden; ‘’yüksek siyaset’’, ‘’sömürgeci barış ve demokratikleşme’’ için saçmalık ölçüsünde teorik icatlar yapmaya girişen, bilimsel kavramları, yerleşmiş ilkeleri çarpıtan; bağımsız devlet fikrini kafalardan silen ya da bulanıklaştıran anlayışlar bu zehirli ortamda boy vermektedir. Bunların tümü kategorik olarak reddedilmelidir.
28- 08-2019