Cumartesi , 21 Aralık 2024
Home / Güncel / DEVRİM YOLU KAÇ METRE? SAMET ERDOĞDU

DEVRİM YOLU KAÇ METRE? SAMET ERDOĞDU

DEVRİM YOLU KAÇ METRE?


THKO MB (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu Mücadele Birliği) Malatya İl Örgütü TKEP (Türkiye Komunist Emek Partisi) Birinci Kongresi’ne hazırlanıyordu. Bindokuzyüzseksen Mart sonu veya Nisan başlarıydı. Bir İl Konferansı yapıldı.

Konferansa İl Komitesi, Doğanşehir Mahalli Komitesi, Akçadağ Mahalli Komitesi ve bunlara bağlı örgütlerin üyeleri katılıyordu.

O sıralarda ôtuzu asıl diğerleri aday üye olmak üzere altmış civarında partili vardı.O kadar insanla gizli bir toplantı yapmak riskliydi. Zaten Mart başında örgüte karşı büyük bir operasyon yapılmış; yirmi civarında arkadaş gözaltına alınmış; kimileri bir hafta kimileri üç hafta kadar işkenceli sorgulardan geçmişti. Sıkıyönetim askeri istihbaratının insiyatifinde yapılan operasyon ve sorguların ardından herkes serbest bırakılmış idiyse de polis ve jandarmanın gözleri üzerimizdeydi. Bu yüzden toplantının tüm üye ve aday üyelerin katılmasıyla yapılması uygun değildi. Aday üyeler toplantıya çağrılmadılar; üyelerin sayısı da sınırlandırıldı. Komitelerin ön toplantılarında seçilerek gelen delegelerle yönetici komitelerin üyeleri davet edildi. Yine de yirmi civarında insan vardı. Fabrika komiteleri, gençlik, kadın, küçük üreticiler ve yoksul köylüler, öğretmenler gibi kesimlerin temsilcilerinin konferansa katılmasına özen gösterilmişti. Partinin kuruluş kongresine il örgütünün tam ve doğru olarak yansıması, Malatya il örgütünün parti yapısının sınıfsal bileşimine uygun bir temsilinin sağlanması amaçlanıyordu.

On üyenin bir delege seçme hakkı vardı. Toplam otuz üyemiz olduğu için genel kongreye üç delege gönderecektik.

Toplantı Doğanşehir’in Çığlık Köyü’nde o zamanlar üyemiz olan Mırto yoldaşın babasına ait büyük evde yapıldı. Ev sahibimiz muhtardı; gün görmüş adamdı; THKO’nun Kır Gerillasına, yani Sinan Cemgil ve yoldaşlarına yardımları olmuş; Oniki Mart cuntasından önce Türkiye İşçi Partisi’ni desteklemişti. Ev iki katlıydı; cem ve benzeri büyük toplantılar düşünülerek hazırlanmış oldukça büyük bir salonu ve çok sayıda odaları vardı.

Henüz parti oluşmadığı için halen THKO MB adıyla faaliyet yürüten örgütün merkez komitesi toplantı için MK üyesi ”Uzun Doktor” yoldaşı göndermişti.

Doktor yoldaş devrim şehitleri için yapılan saygı duruşunun ardından bir açılış konuşması yaptı.

O zamanlar önünde bir dinleyici kitlesi bulan bazı hatipler konuşmaya bir başladılar mıydı artık dur durak bilmezlerdi. Tarihin ilkel komünal toplumlarından başlar; Şeyh Bedrettinler; Pir Sultanlar; Köroğlulardan geçer; bütün bir sınıf mücadeleleri tarihini bildikleri, yorumladıkları şekliyle ve arada kendi uydurmalarıyla da süsleyerek bütün ayrıntılarıyla anlatır; dinleyici kitlesine uzun uzun ajitasyon yaparlardı. Hele elde mikrofon, hoperlör varsa ve açık hava mitingi yapılıyorsa yoldaşlar daha da coşar; sadece miting alanındakilere değil, tüm şehire seslerini duyurabilmek amacıyla avaz avaz bağırarak saatlerce konuşur; sesleri iyice kısılmadan mikrofonu elden bırakmazlardı.

Bu konuşmalarda ilkel komünal toplum; feodal toplum; kapitalist toplum bir çırpıda anlatılır; dinleyicilerin kafasına sokulurdu da; genel konular belletildikten sonra yakın tarihe geçildiğinde coşku doruğa ulaşırdı. Emperyalizme karşı dünyada ilk kez verilen ve yedi düvelin sırtını yerine getiren ”İstiklal Savaşı”na değinmemek olmazdı. Bu gurur verici kahramanca mücadeleyi Lenin ve Bolşevikler boşu boşuna desteklememişlerdi. Bu mücadelenin burjuva demokratik devrimci karakteri, anti emperyalist özelliği vardı; dünyanın ezilen halklarının ulusal kurtuluş savaşlarına esin kaynağı olmuştu. Bu yüzden burjuva önderlikli olmasına rağmen bu mücadelenin yani ”kemalist burjuva devrimi”nin önemi ve meziyetleri; Kürt ve Türk halklarının bu mücadeleyi nasıl ortak, birlikte ve kardeşçe yürüterek ”ülke”yi emperyalizmden kurtardığı; Türk Şahin Bey’le; Kürt Karayılan’ın düşmana karşı nasıl omuz omuza çarpıştıkları; Çanakkale ve diğer cephelerde halklarımızın nasıl ”siper kardeşliği” yaptığı etraflıca anlatılır; araya Nazım Hikmet’in ”Kurtuluş Savaşı Destanı”, ”Şeyh Bedrettin Destanı” şiirlerinden parçalar sokuşturulur; hatta yer yer ”milli kurtuluş” marşları , türküleri koro halinde topluluğa tekrarlatılarak coşku doruğa tırmandırılırdı. Çanakkale İçinde Vurdular Beni; Vurun Antepliler Namus Günüdür; Gün Doğdu Hep Uyandık Siperlere Dayandık;
Ankaranın Taşına Bak Gözlerimin Yaşına Bak gibi türkü ve marşları az terennüm etmedik.
THKO, ”2’nci Milli Kurtuluş Savaşını” vererek ülkeyi emperyalizmden temelli kurtarmak üzere yola çıktığı ve örgütün kurucuları THKO’lu oldukları için bu durum son derece normaldi. Onlar ”ülke, ulus, vatan, halklarımız” dedikleri zaman cerbezeli dervişler gibi coşuyor, ”emperyalizm” dediklerinde öfkeden deli divane oluyorlardı. Bu emperyalizm, Türk Emperyalizmi değildi; Türkiye, emperyalizmin pençesine düşmüş; işbirlikçiler tarafından ulusal onuru, bağımsızlığı, namusu emperyalizme satılmış zavallı bir ülkeydi; kurtarılması gerekiyordu ve bunu bizim öncülüğümüzde halklarımız; yani esas olarak Kürtler ve Türkler gerçekleştirecekti.

Birinci Milli Kurtuluş Savaşı başarıyla gerçekleştirilmiş; ama proleter önderlikten yoksun olduğu için zamanla yolundan saptırılmış; tamamlanmamış; yarım kalmış; kapıdan kovulan emperyalizm bacadan yeniden içeri girmişti. Bu devrimi biz tamamlayacak; eksik bıraktıklarını yerine getirecek; ama orda kalmadan daha ileriye, sosyalizme götürecektik. Önümüzde bir kez daha emperyalizmden ulusal bağımsızlık, ulusal kurtuluş görevi duruyordu. Bunun yanısıra tamamlanmamış olan burjuva demokratik devrimi de yeni bir içerikle, yani demokratik halk devrimi içeriğiyle ele alarak tamamlamakla yükümlüydük. Bu devrim, burjuva devriminden farklı olarak, emekçi sınıfların sınıf çıkarlarını esas alacağından anti kapitalist, anti tekelci bir içerikte olacak; burjuvazinin siyasi ve iktisadi egemenliğne son verecek; sosyalizmin temellerini atacaktı. Sloganımız Fabrikalar Tarlalar Siyasi İktidar Her Şey Emeğin Olacak idi. Burjuvazi devrimci barutunu tükettiğinden ve de demokratik devrim bayrağını geminin bordasından denize attığından ötürü bu devrime artık en devrimci sınıf olan proleterya ve yoksul köylülük öncülük edebilirdi, diğer emekçi sınıflar devrimin ittifak güçleriydiler. Ulusal demokratik devrim artık sosyal bir karakter kazanmıştı: Demokratik Halk Devrimi stratejisi en uygun devrim stratejisiydi. Bu devrim Kürt ve Türk halklarının birleşik devrimi olacaktı: Halklarımız tarihsel süreç içinde kaynaşmış, içiçe geçmiş,sıkı entegrasyonla iyice bütünleşmiş, ayrılmaz, bölünmez bir bütün haline gelmişlerdi. Kürt burjuvaları ve öteki egemen sınıfları ile Türk burjuvazisi ve diğer sömürücü sınıfları nasıl kaynaşmış, iç içe geçmiş, çıkar ortaklığı temelinde birleşmişse; Kürt işçi ve emekçileriyle Türk işçi ve emekçileri de sınıfsal çıkarlar temelinde birleşmişlerdi. Bu nesnel, doğa yasası gibi değişmez bir realiteydi ve biz bu realitenin gereğine göre davranacaktık. Bu nesnel gerçeklikten ötürü Türkiyenin sosyal – ulusal kurtuluşu ve demokratik devrimi iki halkın müşterek devrimiydi. Deniz Gezmiş idam sehpasında Yaşasın Kürt ve Türk Halklarının Mücadele Birliği sloganını bu nedenle haykırmıştı. Bu iki kardeş halk devrimi yapar yapmaz elbette Kürtler de ulusal haklarına kavuşacaktı. Hatta isterlerse kendi kaderlerini bağımsızlık biçiminde bile tayin edecek ve referandumda ayrılma yönünde karar verirlerse ayrılabileceklerdi. Gerçi bu kadar bütünleşmiş, kardeşleşmiş bu iki halkın hele de devrim gerçekleşip, Kürtlerin ulusal demokratik hakları da teslim edildikten sonra birbirlerinden ayrılmaları nesnel olarak mümkün değildi, ama Kürt halkının güvenini kaybetmemek için ayrılma haklarını daima vurgulamamız da gerekliydi. Bu tutum Kürtleri daha sıkı devrime ve Türkiye halklarına bağlayacaktı. Biz komünistler olarak her zaman halkların kardeşliğinden, gönüllü birliğinden yana olduğumuz, emperyalizmin böl parçala yönet taktiğini iyi bildiğimiz için tercihimizi esas olarak iki halkın birlikte iktidarından yana yapacaktık; iki halkın eşit federasyonunu savunacaktık; ama Kürt halkının tercihine de saygı gösterecektik.

Biz THKO’nun gerçek varisi, gerçek mirasçısıydık. THKO’nun devrimci mirasını biz temsil ediyorduk. Onun düştüğü yanlışlıkları elbette aşmıştık: devrimimizin milli demokratik devrim olmayacağını, demokratik halk devrimi olacağını tesbit etmiştik. Yine ondan farklı olarak ülkemizin sosyo ekonomik çözümlemesini de yapmış; yarı feodal değil, kapitalizmin egemen olduğu bir ülke olduğunu tesbit etmiş; iktidarın işbirlikçi tekelci burjuvaziye geçtiğini açığa çıkarmıştık. Bu nedenlerle THKO’nun Çin ve Vietnam devrimlerinden esinlenerek çizdiği
uzun süreli halk savaşı stratejisi temelinde kırlardan kentlerin kuşatılması yoluyla devrimin gerçekleşmeyeceğini de bilince çıkarmıştık. THKO’nun Türkiye devrimine kazandırdığı üç temel ilkesine sahip çıkıyorduk: devrimci şiddet, burjuvaziden bağımsız illegal örgütlenmek ve iki halkın birleşik mücadelesi.

Devrimci şiddet, yani devrimin zor yoluyla gerçekleşeceği ilkesini bireysel terör, gerilla mücadelesi gibi biçimlerde elbette yorumlamıyorduk; bunları şiddetle reddediyorduk. Biz halkın örgütlü, kitlesel şiddetinden yanaydık, sovyetik ayaklanma modelini esas alıyorduk. Öte yandan proleteryanın burjuvaziden bağımsız örgütlenmesi, bağımsız sınıf tavrının ancak illegal örgütlenme modeliyle sağlanacağına inanıyorduk. THKO’nun bize bıraktığı en devrimci miras bu idi. Burjuvaziye, onun legalitesine asla güvenmeyeceksin, bu legaliteyi kullanacak ama burjuvazinin erişemeyeceği illegal örgütlenme yoluyla bağımsızlığını garanti altına alacaksın! İlke buydu…

THKO’nun devrimci mirasını ”maocu burjuva uşakları” çarçur etmek; onun devrimci özünü çarpıtmak çabasındaydı. Onlar THKO’nun özüne, ilkelerine, devrimci mirasına ihanet etmişlerdi. Bu mirası onlara yedirmeyecektik!..

Doktor yoldaş epeyce uzun konuşurdu; bu, bilinen bir şeydi. Uzun konuşmak olağan zamanlarda elbette hoş görülebilir bir durumdu kınamıyorduk. O kadar kusurun kadı kızında bile bulunacağını biliyorduk.

Biliyorduk bilmesine de ajitasyonun dozu, miktarı, süresi biraz fazla kaçmıştı.

Yine de dinledik.

Bütün bilimsel ve kesin gerçekleri ajitatif bir dille, coşkulu ve heyecanlı biçimde anlatan Doktor yoldaşın konuşması o kadar uzun sürdü ki yoldaşlar artık sıkılmaya başladılar. Sabrın sınırları bir hayli aşılmış, saygı sınırları gitgide aşınmaya başlamıştı.

Saygıdeğer yoldaşın anlattıkları ordaki herkesin yeterince bildiği şeylerdi, toplantı bu tür gerçekleri ilk kez duyan, politikayla ilk kez tanışan insanların yaptığı bir toplantı değil; bütün bunları bilmek şartıyla üye olabilecek olan örgüt militanlarının düzenlediği, katıldığı bir toplantıydı. Ama parti MK’inden gelen ve saygı duyulan Uzun Doktor yoldaşın sözünü kimse kesmek istemiyordu. MK’nin tartışılmaz saygınlığı, gönüllü benimsenmiş bir otoritesi vardı ve MK’sini temsilen gelmiş olan yoldaşın sözünü kesmek sadece o yoldaşa karşı değil, MK’sine karşı da saygısızlık yapmak olarak addediliyordu.

Fakat doktor yoldaş duracak gibi değildi. Bir yerde üç beş kişinin toplanmış olduğu küçük bir kalabalık görür görmez derhal rastladığı masa, sandalye, duvar ne varsa onun üzerine çıkıp da kitleye ajitasyon çeken Elazığ’ın meşhur Dev Yol’cularından Şerefsiz Şerro gibi bu kadar kalabalığı bulmuşken elden kaçırmak istemeyen Doktor yoldaş kendinden geçmiş anlatıyor da anlatıyordu.

Derken lafı aşırı uzattığını mı farketti, yoksa yoldaşların sıkılmaya başladığını mı sezinledi, veya söyleyecek sözü mü kalmadı; her ne olduysa lafının sonuna geldi.

”Yoldaşlar, devrim yolu zordur, acılıdır, sancılıdır, ağırdır, sarptır, çetindir, engebelidir, tehlikelidir, uzunduuur…”

Tabi bu her -dır; -dir; -dur; -dür hecelerinin uzatılarak; vurgulu bir şekilde söylendiğini belirtmeme gerek yok; anlaşılmıştır.

Toplantıda Akçadağ Karapınar’lı bir öğretmen yoldaş vardı: Mehmet hoca. Mehmet hoca kendine has, enteresan bir adamdı. Öyle çok sıkılmaya gelmezdi. Bir yerde uzun süre eğleştiği, oturduğu görülmemişti, lafı uzatmaya gelmez, sadede gelinmesini ister, çabuk sıkıldığından haydi bana eyvallah der; çeker giderdi.

Oturuşu da acaipti: Baş köşeyi kimseye kaptırmazdı. Malatya köy evlerinin oturma salonlarında kapı karşısına gelen duvar yahut pencere önüde daima ya tahta veya taş ve kerpiçten yapılma bir divan, seki, sedir, kerevet bulunur. Burası ağır konuklar için ayrılmış baş köşedir: Cem yapan dede, eve konuk gelen misafir, köy imamı, öğretmen velhasıl önemli kişiler oraya oturtulur. Herkes haddini bildiğinden kimse gidip de rasgele başköşeye oturmaz. Ama öğretmene, kaymakama, köy imamı veya dedeye özel olarak geç şöyle otur demek de gerekmez: onlar nerde oturacaklarınıu zaten bildiklerinden teklifsiz, destursuz gider baş köşeye kurulurlar. Mehmet hoca da öğretmenlikten alışkın olduğu için gittiği yerde nazlanmadan gider yerine otururdu.

Bu sedirlerde kalın minderler ve köylülerin kendi dokudukları kocaman halı yastıklar vardır. Hoca sedire oturduğu zaman sağdaki daha da baş köşeye kurulmayı adet haline getirmişdi. Oturduğu zaman öyle ağa gibi bağdaş kurmak; dede veya imam efendi gibi edepli oturmak; kaymakam gibi resmi ve ciddi kurulmak huyları yoktu. Kendine özgü bir tarzda otururdu: resmen uzanırdı yani. Gövdenin üst kısmı yan ya da sırtüstü mindere gelecek şekilde kaykılırdı. Kocaman halı yastıklardan birine kafasını yaslar; sırtüstü veya kaburgaları üstüne oturduğu yerden bacaklarını uzatır; bazen bu bacakları yan duvardaki halı yastığın üzerine koyarak ayak parmaklarını tavana doğru yükseltirdi. Hocanın üç dört kişinin yerine oturması olağandı; kimse yadırgamazdı; bu, onun hakkıydı.

Hoca toplantının tüm önemi, ciddiyeti ve resmiyetine aldırış etmeden gene bildiği pozisyonda oturmuş; TKEP’in kurulması için Malatya örgütünün son hazırlıklarına kendi rengi ve katkılarını vurmak üzere tam tekmil amade olmuştu.

Esasen Doktor yoldaş bu tür intizamsız, edepsiz oturuşlara katiyetle müsamaha etmez, izin vermezdi; ciddi, düzgün, resmi oturacaksın! Laübaliliğin lüzumu yok!.. Doktor yoldaş bu konularda çok sertti; affetmezdi. Proleterya devrimi için yola çıkmış militanların sulu, cıvık, edepsiz tutum ve davranışlarda bulunması olacak şey midir? Derhal düzeltirdi; düzelmeyen, iflah olmaz arsız, terbiyesiz bozuk kimseleri de derhal üyelikten atardı. Atmasın mı?

Fakat o kalabalıkta Hoca’ya ve nasıl faüllü oturduğuna dikkat etmemiş; konuşma sırasında coşup kendinden geçtiği için de durumun farkına varmamıştı.

Doktor yoldaşın tam da ”devrim yolu sarptıııır; çetindiiiiiir; uzunduuuuuuuuuuuuur” dediği esnada; çıt çıkmayan salondan alaylı, gevrek bir ses yükseldi:

”Qaaaaaç metireeeee?” [Kaç metre?]

Salona bomba düşmüş gibi oldu. Herkes sesin geldiği yöne döndü.

Hoca her zamanki rahat, gevşek, umursamaz havasında ve o bildik gayri ciddi oturuş pozisyonunda lafı patlatmış; şimdi de aldırmaz bir edayla salonu süzüyordu.

Hocayı biliyoruz, tanıyoruz; hoca böyle şeyler yapar; normaldir. Ama hoca laübali de değildir; gayri ciddi de değildir; adamın yapısı öyle.
Biz biliyoruz, tanıyoruz da Uzun Doktor nerden bilsin Hocayı?

Kimileri kıkırdadı, kimileri gülmemek için dişlerini dudaklarına bastırdı, kimileri de hocanın huyunu her ne kadar bilseler de bu münasebetsizliğe biraz bozuldu; velhasıl ortalık tuhaf bir elektriklenmeden geçti: doktor yoldaşın uzun konuşması hepimizi uyuşturmuştu, mayışmış, uyuklamak üzereydik; hocanın bombası hepimizi ayılttı.

Doktor yoldaş buz gibi olmuştu; iri gövdesiyle döndü; hocaya şöööyle bir baktı. Gözleri belermiş, yüzü korkunç bir hal almıştı. Dişlerini, yumruklarını sıktı; yekinir gibi yaptı; kendini zor zaptederek yerine oturdu. Burnundan soluyor; burun kanatları, dudakları, elleri sinirden tir tir titriyordu. Saçları diken diken olmuş, kollarının kılları bile havalanmıştı.

Hoca hiçbir şeyi farketmemiş gibi son derece rahat, gevşek, aldırmaz halde sırıtıp duruyordu.

BİR FIRTINA KOPACAK, KONFERANS BERBAT OLACAKTI. Mütayit yoldaş (Hüseyin Elmas) derhal işe el koymak gerektiğini farketti ve anında duruma müdahale etti:

”Yoldaşlar, yarım saat sigara ve ihtiyaç molası verelim mi; ne dersiniz” dedi.

Millet gülmemek için karnını tutuyor; bu teklif hiç reddedilir mi? Oylamaya bile gerek kalmadan kabul edildi.

Arkadaşlar salondan çıktı, diğer odalara dağıldılar ve tabii dışarda makaraları koyuverdileeeer…

DR yoldaş fena bozulmuştu; sinirden halen tir tir titriyordu:

”Kim bu ukala herif yahu; ne işi var bu toplantıda?” diyebildi.

Mütayit yoldaşın. DR’u teskin edinceye kadar epey ter dökmesi gerekti.

DR yoldaşın keyfi kaçmıştı. Toplantının sonraki sahfalarında biraz geride durmaya özen gösterdi; izlemekle yetindi.

Hocanın bombası konferansı elektriklendirmiş, canlandırmıştı. Hararetli, neşeli, coşkulu tartışmalarla konferans başarlı şekilde tamamlandı. TKEP I’inci Kongresi’ne Malatya örgütümüz üç delege seçmişti: Şeker fabrikasından Sivaslı Ali, Mütayit ve Kamber yoldaşlar.

Besni’nin Karalar Köyünde 1980 Nisan sonlarında gerçekleştirilen bu kongreye diğer delegelerimizin de oylarını devrettikleri Mütayit yoldaşı yolladık.

Mehmet hocaya gelince: sorduğu soru ortada cevapsız kaldı. Devrim yolunun kaç metre uzunluğunda olduğuna bugüne kadar cevap verebilen bir babayiğit henüz çıkmadı.

Kaynak: Samet Erdoğun Facebook sayfasından alınmıstır

Diğer Başlıklar

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR Kürdistan Bağımsız olmadan Demokratik Türkiye Mümkün Değildir Bizim ülkemiz …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI! Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (4) Dünya devrimci hareketin ve reel sosyalizmin deneyimi gösteriyor ki, böyle kısa …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3) Proletaryanın Devrimciliği ve Komünist Parti Koşulu Proletaryanın, toplumsal üretimdeki yer ve …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (2)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (2) İlk insanın üretim faaliyeti.İlkel dönemin üretim araçlarının gelişimi ile somutluk kazanan …