GRİPİN’İN ÖYKÜSÜ
Profilime Gripin koymam ve buna dair kısa bir not yazmam bazı akraba, dost ve yoldaşlarımı kaygılandırmış galiba. Geçirdiğim ameliyata ve hastalığımın sonucundaki ruhsal halime bağlayarak üzülenler olmuş. Aslında sadece ironik bir rastlantıya dikkat çekeyim derken galiba gereksiz bir tedirginliğe sebebiyet vermişim. Hepinizden özür diliyorum. Ama Gripine dair bilincimin altnda bir şeylerin olduğuda muhakkak. Bu gün bunun öyküsünü anlatmak istiyorum.
Gripin…
Babamın Ortakom (Ortaçat) Köyünde bir bakkalı vardı. Köy bakkalı… Köy bakkallarının vazgeçilmez bazı ürünleri raflarında bulundurması olmazsa olmazları vardı…
Evlenecek kızların çeyizleri için gereken renkli iplikler, orlon ve iplik “kuka” denilen yumaklar, renkli boncuklar, işleme için kanafiçe, çorapların kaymaması için bacağa geçirilen geniş ve yuvarlak lastik ve tabiki Gripin…
Bakkalımızın tahta rafında tek tek küçük kutular içerisinde100 adet olan bir Gripin paketi her zaman bulunurdu.
Bu 100 adetlik paketin hepisinin satılması bazen aylarca sürerdi.
Gripinin özelliği; tek tek satılacak şekilde ambalajlanmış olması idi. Böylece zaten yoksul olan insanlar sadece bir adet Gripin alıp ağrılarını dindirmeye çalışırlardı… Tabi en çokta kadınlar alırlardı…
Bu kadınlardan birisini anlatacağım… Coşana o yaz Erzurumdan Hasan adında bir çoban gelmişti.
Uzun boylu, pala bıyıklı, heybetli görüntüsü bende tedirginlik yaratan, uzaktan gördüğümde yolumu değiştirdiğim biri… Eşi (İsmini hala bilimiyorum) ise kısa sayılabilecek bir yapıya sahipti. Hasan’ın yanında ise kısacık kalıyordu. Ve tabi sayısını tam hatırlayamadığım, ama aralarında birer yaş farkı olduğunu düşündüğüm bir sürü çocuk…
Bu ailenin kaldığı ev köyün karşı tarafında yıkılmaya yüz tutmuş, birazcık tamirle zoraki oturulacak hale getirilmiş bir durumdaydı. Kadıncağız çocuklardan zaman bulup köye, komşulara pek uğrayamazdı… O yüzden kadına dair de hiç bir fikrim yok…
Ben öküzlerimizi otlatmak için her yaz olduğu gibi O yazda Coşandayım… Gene bir yaz günü… Bir yağmur yağıyorki kova ile döküyorlarmış gibi… Her taraf sular ve seller altında… Ben dağdayım ve köyün önünden geçen dereninde karşı tarafındayım… Yani Hasan ve ailesinin evinin tek olarak bulunduğu taraftayım… Zar zor köyün karşısına kadar gelebildim… Dere çoşmuş… Tahta köprüyü sel almış götürmüş. Karşıya geçmem mümkün değil… Yağmur aynı hızla dökmeye devam ediyor…Çaresizim, ağlıyorum, iliklerime kadar ıslanmışım ve her üşüyen çocuk gibi annemin sıcaklığını özlüyorum…
Anne diyorum! Neredesin? Gel beni kucağına al ve ısıt… Ama annem Ortakomda, beni duymuyor, gelemiyor ve ben üşüyorum…Umutsuzluk…!
Bir ses duyuyorum… Yumuşak, sevecen bir erkek sesi… lo qıdaye to biceri herbi be zere! ( Çocuk kadanı alayım çabuk içeriye gir) Kapı açık ve Hasan bana doğru elinde bir ceket koşarak geliyor… Korkuyorum… Kaçsammı? Bana birşey yaparmı? derken ceket sırtıma geçiriliyor ve kolumdan çekiliyorum… Çaresiz çekilen yöne gidiyorum… Orta yerinde tandır olan büyük bir ev damıda denilen, çok amaçlı kullanılan bir DAM… Tavanından bir çok noktada damlayan bir yapı… Tandırın etrafında daire şeklinde oturan ve ısınmaya çalışan irili ufaklı çocuklar… Beni görünce hepisinin gözleri ışıldıyor ve yüzlerinde sıcacık gülümsemeler… Hemen tandırın bir köşesinde bana yer açılıyor… Ayaklarımı tandırın içine sarkıtıyorum… Sım sıcak… Belliki tandır geçeli çok olmamış… üstümdeki elbiseler çıkarılıyor… Utanıyorum… Kadın fark ediyor utandığımı, kürtçe teskin edici bir şeyler söylüyor ve hemen Hasan’ın bir gömleğini bana giydiriyor… Rahatlıyorum… Çok zaman geçmeden Çay, sıcak ekmek, peynir ve tere yağından oluşan bir ziyafet! Hasan konuşuyor… Birşeyler anlatıyor… Sesi ne kadar da şefkatli… Bu koca cüsseden böylesine yumuşacık ve şefkat dolu bir ses… Bana güven geliyor ve içim huzurla doluyor… Bu aileye minnet, saygı ve sevgiyle doluyorum…
Ve nihayet yağmur duruyor, sular azalıyor… Elbiselerimde kurumuş… Giyinip çıkıyorum… Aklım ve yüreğim o yarı yıkık evde ve o sıcacık insanlarda kalıyor… O günden sonra her zaman kadını ve Hasan’ı gördüğümde yanlarına gidiyor ve ellerini öpüyorum…
Kadını her gördüğümde baş ağrısı çektiğini fark ediyorum… Yoksulluk. Hemde öyle bir yoksulluk ki hissedilmemesi mümkün değil… İç paralayan bir yoksuluk… Doktor? Para yokki… Hem çocuklara kim bakacak? Köyün davarını kime bırakacaklar? İçimden hep isyan ediyorum ve babamın bakkalının rafındaki Gripin aklıma geliyor… Keşke burada olsaydı… Annem şefkatlidir.. Kesin babamdan gizlide olsa bu iyi kalpli kadına Gripin vermezmi? Tabiki verirdi…
Dua ediyorum… Ziyaretlere yalvarıyorum… Çaresizlik…
Haber geliyor. Ortakomda ekinler biçilmiş, sapların taşınma ve harman zamanı… Ben, öküzleride alarak amcamla birlikte Ortakoma yola çıkıyoruz… Hasan amcayı ve hep baş ağrısı çeken eşini anneme anlatıyorum… Üzülüyor… Beni sevip sarmaladıkları için onlara çok çok dualar ediyor…
Kış geliyor… Korkunç bir soğuk ve her taraf kar…Müslim amcam tüccarlık yapıyor… 2 yaşında erkek (Högeç) kuzuları besiye çekmiş ve kesim için Erzurumda bulunan mezbaya götürecek. Coşandan yürüterek Högeçleri Ortakoma, bize geliyorlar… Köyün girişinde karşılıyoruz… Sürünün önünde yüzü, kafası kalın bir havlu ile sarılı Hasan amcam… Sürüyü ahırlara yerleştiriyoruz eve geliniyor, çay,yemek… Hasan amcamda bir gariplik var…Biraz sonra anlıyorumki Hasan amcam çok hasta… Müslim amcam kamyon bulmak için ilçeye gidiyor… Hasan amcam Erzuruma doktora gitmek için amcamla birlikte gelmiş… Ayakta duracak hali yok… Sobanın arkasına yatak seriliyor… Kamyonun gelmesi günlerce sürüyor… Hasan amcam öksürüyor, inliyor, kan tükürüyor ve ama hep anneme dualar ediyor…Çok üzülüyorum…Elimden bir şey gelmiyor… Nihayet kamyon geliyor… Hayvanlar yüklendi Müslim amcam ve Hasan amca yola çıktılar…
Bir kaç gün sonra Müslim amcam geldi. Hasan amca!? Hastahaneye yatırmışlar… İyleşince gelecekmiş… Hasan amca gelemedi… İlkbaharda karlar eriyip Coşanın yolları açıldıktan sora duyduk ki Hasan amcanın akrabaları gelip çocuklarını ve eşini alıp gitmişler… Ve Hasan amca maalesef artık çocuklarına sarılamayacak, çocukları baba diye arkasından koşamayacaklar… Hasan amacam ölmüştü…
Eşi gitmişti… Evleri boştu, ıssızdı… Ve Gripin kutusu hala bakkalın rafında duruyordu…Kutunun kapağındaki kadınını acı çeken yüz ifadesi bana hep Hasan amcamın eşinin yüzü gibi görünüyor…
Ben Gripin kutusunu her gördüğümde hep o yağmurlu günde tanıdığım Hasan ve ailesini hatırlarım…
Gripinlere ihtiyaç duymayacağınız hayatlar yaşamanız arzusu ve dileklerimle…
Kaynak: Evrim Alataş, HER DAĞIN GÖLGESİ DENİZE DÜŞER fecabook grubundan alınmıştır.