Cumartesi , 21 Aralık 2024
Home / anasayfa / Şengal, Kobani ve Maxmur’daki Cinayet ve Katliamlar Bitmeden Soma ve Amasra’daki İş Cinayetleri ve Katliamlar Bitmez! Necati GÜLER

Şengal, Kobani ve Maxmur’daki Cinayet ve Katliamlar Bitmeden Soma ve Amasra’daki İş Cinayetleri ve Katliamlar Bitmez! Necati GÜLER

Şengal, Kobani ve Maxmur’daki Cinayet ve Katliamlar Bitmeden Soma ve Amasra daki İş Cinayetleri ve Katliamlar Bitmez!

Necati Güler

Amasra da meydana gelen katliam sonucu 41 emekçi hayatını kaybetti ve yaralananlar oldu. Öncelikle hayatını kaybeden emekçiler için sonsuz derecede üzüntülü ve öfkeli olduğumu belirtmek isterim. Yaralılara acil şifalar diliyorum…
41 Emekçinin hayatını kaybettiği katliam haberi duyulur duyulmaz, başta sosyal medya olmak üzere, insanlar büyük bir tepki gösterdiler. Tepkilerin ortak noktası duyulan üzüntü ve iktidara karşı öfke idi. Bundan sonarasında, politik duruşları ve dünya görüşlerine göre tepkiler farklılaşıyordu. İş ve emek cephesinden, sol – sosyalist taraftan yaşanan trajediye bakanlar, bunun bir kaza değil göz göre göre, daha öncekiler gibi işlenen bir cinayet olduğunu söyleyip iktidarı, devleti ve sermaye sınıfını sorumlu tutuklarını ilan ettiler. Ki, bende aynı görüşü paylaşıyorum… Ama bir farkla… Bu farkı da yazımın başlığına yerleştirdim. Gerekçelerimi aşağıda detaylandırmaya çalışacağım.
Burjuva muhalefet çevrelerinden gelen tepkilerde ise; sadece iktidar sorumlu tutuluyor, devlet ve sermaye düzeni-kapitalizme dokunulmuyordu, hatta korunuyordu…
İktidar, iktidarın denetiminde birer parti organına dönüşmüş olan devlet kurumları ve havuzdan beslenen “basın” ise vatan-millet-sakarya edebiyatı eşliğinde milli ve dini propogandayı en rezil bir şekilde kullanp, yaşanan katliamı KADER olarak ilan ederek sorumluluğu ilahi güçlere yüklüyordu… İktidar, en iyi savunma saldırıdır mantığıyla hareket ederek yaşanan katliamın sorumlularını ortaya çıkarmak yerine, “bu bir kaza değil cinayetttir” diye yazan ve sosyal medyada paylaşımlarda bulunanların peşine düşüyordu…
Kısacası, Soma, Sakarya Hendek, Torunlar ve tersanelerde yaşanan iş cinayetlerinde yaşanan sahneler bire bir yeniden tekrarlandı…Oysa, iş cinayetlerinin/katliamlarının bu kadar sıklıkta ve yoğunlukta yaşanmasının esas nedenleri sorgulanmadan ve üzerine cesaretle gidilerek ortadan kaldırılmadan bu türden katliamlarda yaşanan can kayıplarının önüne geçilemeyeceği defaatle ispatalanmıştı bu topraklarda…
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bugüne tekçi bir anlayış temelinde bütün kurumlarını yeni baştan yapılandırmayı önüne temel hedef olarak koymuştu. Eğitimden, sağlığa, din işlerinden kültüre, maliyeden sanayileşmeye kadar bütün alanlardaki gelişmeleri Devlet’in asker-sivil kurucu kadrolarının denetiminde 1950’lere kadar esas olarak Türkçü, 1950 lerden sonra ise Türk-islamcı bir sistematik doğurltusunda yönetildi ve yönlendirildi. Herşey vatan içindi! Devlet eliyle gerçekleştirilen soygunlarla Anadolu ve Kürdistan yoksullarından toplanan vergiler, Hıristiyan azınlıklardan cebirle gaspedilen varlıklar yaratılmak istenen milli ve yerli kapitalistlere aktarıldı. Yerli ve milli kapitalist gruplar devlet bürokrasisini elinde tutan asker sivil elitin koruması altında sınırsız özgürlüklere sahiptiler. Onlar yeterki büyüsünlerdi. İşçiler hak mı istemiş, sendikalar grev mi yapacaklarmış, ücretler düşük, iş koşulları sağlıksız ve güvencesizmiymiş… Bütün bunları söylemek, yazamak ve ortadan kaldırılması için mücadele etmek vatan hayinliği idi, son Türk devlet’ine karşı baş kaldırıydı ve dolayısıylada şiddetle (1960, 1971, 1980 darbeleri) ezilmeliydi, eziliyordu… Devlet’in normal asayiş kurumları, mahkemeleri ve baskı aygıtları yetersiz kaldığında sivil faşist örgütlenmeler,özel harp dairesi- kontr gerilla, daha da yetmez ise Ordu darbeleriyle yerli ve milli sermayenin önü açılmalıydı, açılıyordu…
Türkiye kapitalist sınıfı Dünya emperyalist sermayesinin bir bileşeniydi hatta zayıf bir bileşeni idi. Bu nedenden, dışarıdan yani emperyalist sermayeden de her zaman destek alınarak gerçekleştirilen bu yol temizlik harektlerini gerçekleştiren asker ve sivil bürokrasi bu hizmetlerinden dolayı tabiki ödülsüz bırakılmıyordu. Emekli askerler, bürokratlar, politikacılar büyük sermaye gruplarında danışmanlık görevleriyle, aktif ordu mensupları ise OYAK gibi kurumlarla yaratılan havuzlardan aktarılan fonlarla taltif ediliyorlardı.
1980 darbesine kadar süren bu uygulamalar; o zamanlar reel bir tehlike olan Komünizme karşı mücadele söylemi eşliğinde meşrulaştırıldı ve emekçiler nezdinde rıza üretmeye çalışıldı. Demogojik manipilasyon yöntemlerinin yetersiz kaldığı anlarda da çıplak zor kullanılarak direnç gösteren emek örgütleri ve muhalif devrimci gençlik imha edildi.


1984 yılından sonra yeni bir durum ortaya çıktı. Kürt halkı bitmeyen özgürlük talebiyle yeniden ayağa kalkmıştı ve bunu silahlı eylemlerle ilan etmişti… İçeride 12 Eylül ile çökertilen sosyalist hareketin yenilgisi uluslararası alanda yaşanan karşı devrimlerle de birleşince artık Komünizm yakın gelecekte bir tehdit olmaktan çıkmıştı ama Kürt özürlük mücadelesi tersi bir trend göstermiş ve reel olarak TC eğemenleri için yakın bir tehlike olmuştu. Artık, bölücü Kürt hareketinin Devletimizi parçalamasına karşı tek millet, tek vatan, tek dil ve tek bayrak altında birleşmek ve herşey vatan için demenin zamanıydı… Öyleki, 1990’larda atelye ve fabrikalarda işçiler; “vatanım için çalışıyorum” yazılı iş önlükleriyle çalışmaya başlamıştı. Patron yanlısı sarı sendikalar ırkçılığı ve devletçiliği de proğramlarına almaya başladılar. Demokratik haklar, düşünce belirtme ve örgütlenme özgürlükleri için mücadele; işçi sınıfının başındaki ırkçı-şöven sendika bürokrasisinin jargonunda yoktu artık… Arada bir ekonomik talepler için sokağa çıkıldığında da, “biz devletimizin yanındayız! Vatanın bölünmesine karşıyız! Polis asker Şırnak’a!” diye slogan atmak, Türk bayrağı taşımak ve istiklal marşı söylemek işçi gösterilerinin değişmezi olmuştu…
Çalışma yaşamının bu şekilde organize edilmesi, Hitler Almanya’sındaki çalışma kamplarının yeni döneme, Türkiye koşullarına uyarlanmasından başka bir şey değildi. Nihayetinde savaştaydık… Bir mermi kaça mal oluyordu, biliyormuyduk? Vatan söz konusuysa gerisi teferruattı! İşvereniyle, işçisi ile, memuruyla, kadınıyla, erkeğiyle, genciyle biz; sınıfsız, tabakasız kaynaşmış bir toplumduk… Bölücü terör bitirilmeliydi. Bütün öncelikler buna göre sıranlamalıydı…Gerekirse aç kalınmalı ama vatan bölündürülmemeliydi… Tabi ki, fedakarlıkta bulunmak, canını vermek, vatan için aç kalmak… bunlar sadece emekçiler için geçerliydi… Kapitalistler içinse bu durum; sonsuz bir şekilde sömürüyü yoğunlaştırma, karlarına kar katma, her türlü lüks ve şatafat içinde yaşama olanaklarını yaratmıştı. Bu kadar özgür olan kapitalistler; iş güvenliği, işçi sağlığı gibi eften püften şeyler için niye yatırım yapıp karlarından zarar etsinler ki? Sonuçta yerli ve milli Kirpi, Altay tankı, zırhlı personel taşıyıcıları, yerli toplar, helikopterler ve tabiki İHA ve SİHA’larımızı üreten bu milli kahramanlarımıza karşı isyan etmek vatan hayinliği, bölücü teröre destek vermek anlamına gelmezmiydi?
Hele hele birde kahraman ordumuz Irak/Başur, Suriye/Rojava da ve Kuzey Kürdistan da savaşta iken zam istemek, iş güvenliği, işçi sağlığı için yatırım yapılmasını istemek Şanlı ordumuzu arkadan hançerlemek olmazmıydı…? Ve o kadar abartıldı ki, 41 emekçi sonuçta “Grizu şehitleri” ilan edildiler. Öyle ya cephede kurşun sıkan asker, polis ile kömür çıkaran, gemi yapan, Torunlar centeri inşa eden emekçiler hepisi Vatan için, savaşta olan devletimiz ve onun kapitalistleri için ölüyorlardı…
Sanırız bu kadarcık açıklamadan sonra bile, Neden iş cinayetleri/katliamlarının Kürdistan’daki işgal, savaş, cinayet ve katliamlarla bire bir bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. Anadolu ve Kürdistan!daki işçi ve emekçilerin herbirinin sofrasından eksilen ekmekten, katıktan, kötüleşen yaşam koşullarından tutalım ekonomik, demokratik, sosyal, kültürel her alanda yaşanan kısıtlamalar ve baskıların ortadan kaldırılmasının hepisi ama istisnasız hepisi Kürt ve Kürdistan meselesiyle bire bir bağlantılıdır. Bu mesele çözülmeden ırkçılık ve şövenizm ile zehirlenmiş emekçiler eskisi gibi Herşey vatan için demeye devam edecek, iş cinayetlerine kurban olacak, KADER diyecek ve ilk seçimde yine en faşist, en ırkçı partilere oy vermeye devam edeceklerdir.

17 Ekim 2022

Kaynak: Necati Güler’in Facebook sayfasından alınmıştır.

Diğer Başlıklar

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR Kürdistan Bağımsız olmadan Demokratik Türkiye Mümkün Değildir Bizim ülkemiz …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI! Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (4) Dünya devrimci hareketin ve reel sosyalizmin deneyimi gösteriyor ki, böyle kısa …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3) Proletaryanın Devrimciliği ve Komünist Parti Koşulu Proletaryanın, toplumsal üretimdeki yer ve …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (2)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (2) İlk insanın üretim faaliyeti.İlkel dönemin üretim araçlarının gelişimi ile somutluk kazanan …