Solcu Monologlar sürmanşeti ile Necati Güler öykü tadında yazılar yazıyor. Kendi sosyal medyasında mütevazi bir şekilde paylaşıyor. Denge Kürdistan yayın kollektifi olarak bu yazıları yayınlamayı devrimci sorumluluk olarak görüyoruz. Necati Güler her Solcu Monologlarda devrimci mücadelenin önemli bir sorununu irdelemeye çalışıyor. Irmakları okyanuslara taşımanın kararlığına vurgu yapıyor. Devrimci mücadelenin uzun tarihsel bir süreci kapsadığının altını çiziyor…
Denge Kürdistan Yayın Kollektifi
SOLCU MONOLOGLAR!
Okyanusları beslemek…
Yıllar önceydi. Şehrin dar ve çıkmaz bir sokaĝında bulunan derneĝimizin mutfaĝında çayı ocaĝa koymuş, derin düşüncelere dalmış bir şekilde, arka fonda kaynamaya başlamak üzere olan çaydanlıktaki suyun çıkardıĝı melodik sesin eşliĝinde birazdan gelecek olan ziyaretçilerimizi bekliyorum.
Sertçe çarpan kapının sesiyle daldıĝım düşüncelerden uyanıyorum. Kapının arkasında heybetli bir şekilde bana doĝru bakan genç bir erkek dikiliyor. Işıldayan gözlerle saĝa sola bakarken bir taraftanda beni süzüyor… Belli ki yeni gelmiş… Ama derneklere yabancı deĝil… Emin adımlarla bana doĝru gelişi, elini bana uzatarak “merhaba, ben …….” deyişi bu ortamlara yabancı olmadıĝını gösteriyor…
Merhabalaşma, hoş beş, tanışma derken bu arada çay da demlenmiş ve içilecek kıvama gelmiş…
Bir bardak kendime bir bardakta onun için dolduruyorum… “Çay içermisin?” diye sormadan tabi… Dernek çayı içilmez mi? Derneklere böyle çekinmeden giren insanlara, “devrimcimisin?” diye sorulamayacaĝı gibi…
Bir insan, bir mahalleye, bir şehre, bir ülkeye geldiĝinin ikinci günü derneĝin kapısında bitiyorsa ona “devrimcimisin?” yada “çay içermisin?” sorularının sorulmayacaĝını bende devrimci abilerimizden öĝrenmiştim elbette…
Yanılmamışım… Daha dün gelmiş. İlticacı kampındaki diĝer insanlardan dernek olduĝunu öĝrenmiş ve onlardan birisi de yolu göstermek için kendisiyle birlikte gelmiş ama nedense derneĝe birlikte gelmek istememiş! Buna da anlam verememiş!!! “Sen daha yenisin, iltica kampında kalıyor diye herkesin devrimci, komünal yaşamdan yana olduĝunu düşünüyorsun. Yurdum insanı sınırlar içinde ne ise, dışında da odur” düşünceleri geçiyor kafamdan… Kendisine belli etmiyorum tabi ki… İlk günden umudu kırılmasın…
Sohbet uzuyor… Bu arada derneĝin müdavimleride birer birer geliyorlar… Her yeni gelenin muhatap olduĝu meraklı bakışlara ve sorulara oda muhatap olmaktan kurtulamıyor…Bazılarına açıkça, bazılarına kaçamak cevaplar vererek ama her defasında da, “Ben deĝiştirmek için geldim! Beni diĝerleri ile karıştırmayın!” yollu imalarda bulunmayıda ihmal etmiyor…
Günler, haftalar, aylar geçiyor…
Kendi hukuki durumu çözülüyor… Göçmenlik statüsü tanınıyor… Artık, iltica kampında kalmak zorunda deĝil. İstediĝi şehre yerleşebilir, çalışabilir… Bu arada dernek faaliyetlerine de devamlı destek veriyor… Bazen kısa yoldan, acele ve hızlı sonuçlar alamadıĝımızdan yakındıĝı oluyor elbette… Derneĝe gelen giden insanların çoĝalmak yerine azaldıĝını, deĝişime karşı direndiklerini, alışkanlıklarından vazgeçmediklerini, derneĝe gelmelerininde; deĝişmek ve deĝiştirmek isteĝinden ziyade alışkanlıktan olduĝunu oda görüyor ve anlamaya başlıyor…”Bu şehir küçük bir yer. Burası köy gibi ve buradaki insanlarda köylü kalmışlar” yollu serzenişleri sıklaşmaya başlıyor… Böyle küçük yerler bir devrimci için ölüm demekmiş… Küçücük bir dernekte buluşup, çay içmekle, arada bir etkinlik yapmakla devrim yapılamazmış… Küçük yerlerdeki imkanlarda sınırlı olurmuş… Kendisinin hedefleri çok daha yüksek ve hızlı sonuçlar alan mücadeleyi yaratmakmış….Ve daha birçok güzel düşünceler…
Daha büyük bir şehre, politikanın daha canlı olduĝu, yürüş ve mitinglere onlar, yüzler deĝil binler, on binler ve hatta yüz binlerin katıldıĝı bir yere gitmeye karar veriyor…
Gitmeden önceki akşam bana misafir oluyor. Uzun uzun konuşuyoruz…Hedeflerini, hayallerini, umutlarını ve geleceĝe dair hepiside çok deĝerli olan projelerini anlatıyor…Samimiyetinden hiç şüphe duymayacak kadar tanıyordum… “Sen buralarda boşuna zaman kaybediyorsun. Boĝulacaksan büyük sularda boĝul! Ancak sele dönmüş coşkun sular engelleri aşıp okyanuslara varır” uykuya dalmadan önce duyduĝum son cümlesiydi… Uyuya kaldıĝımı fark edip anlatmayı kesti mi yoksa kendisi yoruluncaya kadar sürdürdü mü bilmiyorum…
“Almanya da günler uzun ve yavaş ama seneler kısa ve hızlı geçer” demişti bir dostum…Öyleymiş!
İlk başlarda sık sık telefonlaşırdık… Büyük şehirdeki canlılıĝı, yaptıkları büyük çalışmaları, başarılı organizasyonları coşkuyla anlatırdı…Zamanla aramaz, sormaz, ulaşılmaz oldu ve izini kaybettim… Zaman zaman ortak tanıdıklardan sorduĝumda, kaçamak veya imalı cevaplar alıyor ama fazla üzerinde durmuyordum… Neticede devrim olmadıĝına göre, oda bir şekilde karınca kararınca faaliyetlerini sürdürüyor ve coşmuş büyük ırmakların okyanuslarla buluşmalarının önündeki engelleri yıkmaya çabalıyordur…?
Dostumun söylediĝi gibi; günler uzun, yavaş ve ömrümuzü törpüleyerek, seneler ise kısa, hızlı ve darbeler vurarak bizden, yaşamımızdan büyük parçalar kopararak geçip gitmişti…
Bir etkinlikte ortak tanıdıĝımız birileri ile karşılaşıyorum. ……. ‘i görüyormusunuz? diye soruyorum. Duymamışmıyım?!
Önceleri çok coşkulu, çok atakmış… Sevmiş, sevilmiş, sevilmemiş… Umutlar, hayal kırıklıkları… Uzun geceler boyu süren politik tartışmalar, “eski yol arkadaşlarıyla” ayrılan , “yenilerle” birleşen yollar… “Yenilerin” hızlıca “eskiye” dönüştüĝü, yeni ile eskinin belirsizleştiĝi, doĝrunun yanlış, yanlışın doĝru ile sık sık yer deĝiştirdiĝi mekan ve zamanlar arkada bırakmış…
Pisikolojik sorunlar yaşamış….Depresyon, Panik Atak, Şizofreni gibi teşhisler konulmuş…Tedaviler, terapiler fayda vermemiş…Ailesinin girişimleri ve bazı “eski” yoldaşlarının yardımlarıyla yeniden memlekete dönmüş… Çoktandır onlarda haber alamıyorlarmış…Büyük okyanuslar ve coşkun akan nehirlerde boĝulmamış ama kıyıya savrulmuştu….
Ben?
Ben hala bir derviş sabrıyla, elimde bir odun parçası, bazen de bir kazma ve kürek ile küçük su brikintilerinin, minik dereciklerin önündeki birikintileri temizleyerek engelleri kaldırmaya, küçük derecikleri buluşturarak büyümeye ve daha büyükleri ile buluşmalarını saĝlamaya çalışıyorum….
Coşkun akan büyük ırmakları, nehirleri ve okyanusları besleyen kaynaklar yaĝmur damlaları, küçük dereciklerdir diye ögrenmiştim devrimci abilerimden, ablalarımdan…
Kıyıya vuranlar, boĝulanlar ve derviş sabrıyla küçük dereciklerle ömür tüketenler…. Kim şanslı? Kim şansız? Kim doĝru? Kim yanlış? Bilmiyorum….
Bildiĝim bir şey varsa hareket etmeyen organizma çürür, akmayan su bakteri üretir ve kokar… İşleyen demir yıpranır ama paslamayarak hep ışıldar…
Çayımız var hep sıcak, umutlarımız var paylaşılacak! Bölüşülecek ekmeĝimiz hep olacak!
18 Kasım 2022
Kaynak: fecabook sayfasında alınmıştır.