Pazartesi , 30 Aralık 2024
Home / anasayfa / YURTSEVERLİK VE SOSYALİZM! Hamit BALDEMİR

YURTSEVERLİK VE SOSYALİZM! Hamit BALDEMİR

YURTSEVERLİK VE SOSYALİZM!

Yurtseverlik ülkesini sevmek ve bu uğurda gerekli mücadele ve fedekarlığı göstermektir. Ülkenin ve ulusun çıkarlarını kişisel çıkarlarının üstünde tutmaktır. Ülkesini sevmek elbette sadece topraklarını sevmek değildir. Yani sadece dağlarını, ovalarını, yaylalarını, akarsularını sevmek değildir. Ülke, onun üzerinde yaşayan halk veya ulusla anlam bulur. Onunla ülke ifadesine kavuşur. Ülke bir halkın/ulusun üzerinde tarihsel olarak yaşadığı  topraklardır. Ve bu topraklar üzerinde yarattığı değerlerle birlikte toprak ve halk bir anlam kazanır. Yani tarihsel olarak yaratılmış tüm maddi ve manevi değerlerle ülke ve ulus ete kemiğe bürünür.

Ülke toprakları üzerinde yaşayan her toplumsal sınıf ve tabaka; bu bağlamda ülke ve ulusun çıkarlarına uygun davranmak zorundadır. Aksi taktirde yurtsever olamazlar. Bu yurtseverliğin farklı bir ifadesi de milliyetçiliktir. Milletini veya ulusunu seven anlamında. Burada milliyetçilik farklı çağrışımlar yapıyor. Yanlış anlamalara neden olabiliyor. Bu nedenle yurtseverlik kavramı daha uygun bir kavramdır. Ezilen ulus milliyetçiliğini ifade etmeyi daha iyi karşılayan bir adlandırmadır.

Ulusal sorununu çözememiş ve devletini kuramamış uluslar; sömürge, yeni sömürge statüsündedir. Yani başka uluslar tarafında ezilmekte ve sömürülmektedir. Bu uluslara ezilen ulus demekte mümkündür. Ezilen ulus kavramı sömürge statüsünü tam ifade etmediğinden sömürge kavramını kullanıyorum. Bunun durumu daha güçlü ifade ettiğini düşünüyorum. Ulusal sorunun tarihsel olarak bazı evreleri vardır. Bu evreleri bilmeden ulusal sorunu bilimsel ele almak mümkün değildir. Tarihsel gelişimden kopuk ulusal sorunu ele almak sorunu anlamsız kılar. Ayrıca sosylaistlerin ulusal sorun ile ilgilerini ve yurtseverliklerini anlamak için tarihin geçmişine bir gezi yapmak ve bugüne dönmekte yarar vardır.

Ulusal Sorunun Tarih Sahnesine Ҫıkışı

Ulus, kapitalizmin bir toplumsal biçimidir. Yani ulus kavramı kapitalizmle tarih sahnesinde var olmuştur. Ondan önce, halk toplulukları farklı toplumsal kavramlarla adlandırılırdı. Ҫünkü ekonomik ilişkilerin yaratığı toplumsal kategoriler; her tarihsel dönemin ekonomik ilişkilerine göre şekillenir. İlkel komünal toplumun son aşamasında aşiretçi bir toplumsal yapı ve örgütlenme vardı. Sonra bir ara geçiş olarak kabul gören askeri demokrasiden de sözedilir. Köleci ve feodal toplumda toplumsal örgütlenme ve ekonomik ilişkilerde; kan bağına bağlı topluluk ve örgütlemeler; yerini sınıflara bırakır. Yani kan bağına dayalı örgütlenmeler tarih sahnesinden çekilir; yerini sınıf ve vatandaşlık ilişkilerine terkeder. Sınıflı toplumla geçişle beraber sömürgecilik denen sistemde tarihteki yerini alır. Her dönemin özgül koşullarına uygun bir sömürgecilik sistemi geliştirilir. Sömürgeciliğin derinleşmesi ve giderek dünyada paylaşılmamış alanın kalmaması kapitalist sömürgecilikle gerçekleşir.  Bu sistemdeki sömürgecilik üç aşamada ele alınr. Ҫünkü bu sistemin üç aşaması sözkonusudur. Kapitalizmin ilkel birikim dönemi; rekabetçi dönem ve emperyalist dönem. Emperyalist dönemde, paylaşılmamış tek bir toprak parçası kalmıyor. Ve bu dönemde paylaşılmış dünya yeniden paylaşılıyor. Birinci ve ikinci dünya savaşı paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşımıdır. Paylaşımda geç kalmış emperyalist ülkeler; paylaşımda pay almak istiyenice bunu başka yöntemlerle alamayınca savaşı dayatır ve savaş çıkartır. Önce ulusal devletler, kapitalizimin rekabetçi döneminde;  özellikle Batı Avrupa`da ulusal devletler şeklinde ifade buluyor. Doğu Avrupa`da çok uluslu devletler şekilleniyor. Bu durum ezen ve ezilen ulus sorunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Ve emperyalist dönemde ulusal devletler, emperyalistleşip devlet sınırlarını aştıkça, ulusal emperyalist devletler uluslararası devlete dönüşür.

Klasik Sömürgecilik Yerini Yarı-Sömürgecilik  Ve Yeni Sömürgecilik Sistemine Bırakır!

Birinci Paylaşım Savaş`ından sonra, ezilen ve sömürge halkların ulusal demokratik mücadelerini geliştirince; klasik sömürgecilik süreç içinde yeryüzünde yerini farklı bir sömürgeciliğe bakır. İkinci dünya savaşından sonra “klasik sömürgecilik” ve yarı sömürgecilik yerini “yeni sömürgeciliğ”e teslim etti. Bu değişimde elbette ekonomik nedenler belirleyici olsa da, Birinci Dünya Savaşı sonunda 17 Ekim Sosyalist Devriminin önemli bir etkisi vardır. Bu devrim dünyada yeni bir çağ başlattı. Sosyalist ve ulusal kurtuluş mücadeler çağını… Ekim sosyalist devrimi ulusal kurtuluş mücadelerine yeni bir biçim ve nitelik kazandırdı. Kapitalizmin yarıda bıraktığı ulusal kurtuluş mücadelesini sosyalistler devir aldı. SSCB`de sosyalist uluslar şeklinde formüle eden bir ulusların kendi kaderini tayin hakkı hayata geçirildi. Bu ne kadar başarılı oldu veya olmadı ayrı bir tartışma konusu. SSCB kendi sınırları dahilindeki ezilen ve sömürge uluslara bu formül ile kaderlerini tayin hakkını yaşama geçirdi. Ayni parelelde dünyada gelişen ulusal kurtluş mücadelelerine maddi ve manevi destek sudu. İkinci paylaşım savaşından sonra yeniden biçimlenen veya yeniden dizayın edilen dünya ve bu durumun uluslarası anlaşmaları tümün lehine kimi parçalar alehine politikalara yolaçtı. Bu duruma, o zamanlar parça tüme feda şeklinde ifade ediliyordu. Tüm, SSCB ve diğer demokratik ve sosyalist iktidarlardı. Parça ise, sosyalist  sistemi zor durumda bırakacağı düşünülen kimi   sömürge, yeni sömürge ülkelerde gelişen devrimci mücadeleler idi. Bu yaklaşım ne kadar isabetli idi; tartışma götürür. Bugün dönüp geriye eleştirel baktığımızda bile kesin bir belirlemede bulunmak çok zor. Bununla birlikte, ulusal kurtuluş savaşlarında önderlik sosyalist ve sosyalist sempatizan hareketler de idi artık. Ҫünkü burjuvazi devrimci özünü yetirmiş ve gerici bir konumda idi. Lenin belirlemesi ile ulusların kurtarıcısı olan burjuvazi, emperyalist çağda karşı devrimci olmuş ve ulusların kurtuluşu önünde engel bir konuma gelmiştir. Dahası burjuvazi ulusların düşmanı olmuştur. Dikkat edilirse, birinci ve daha sonra ikinci dünya savaşından sonra tüm ulusal kurtuluş mücadeleri, bazı istisnalar hariç sosyalist veya sosyalizan önderliklidir. Bu önderlikler, ulusal bağımsızlık mücadelerini zaferle taçlandırmıştır. Emperyalist burjuvazi ulusların kendi kaderini belirleme hakkını artık kendi çıkarına görmemektedir. Bu nedenle artık ulusal bağımsızlık önünde engeldir. Bu tarihsel ekonomik ve sosyal bir olgudur. Bu nedenle ulusal ve demokratik devrimini tamamlayamamış uluslar ancak sosyalistlerin önderliğinde gerçekleşebilr ve başarıya ulaşabilir. Kimi küçük burjuva veya daha geri sosyal sınıflar da kimi yerde önderlik etsede; emperyalzimden gerçek kopuşu sağlayamaz ve yeni sömürge statüsünde ancak varlık gösterebilir. Bu “başarı” bile ancak sosyalist sistemin yardımları ile oldu.

Günümüzde, malesef sosyalist blok 1990`larda tarihe karıştı. Hala ben sosyalistim diyen bir kaç devlet olsa da, kendi iç ekonomik sorunlarından ve emperyalizmin kuşatmısından kaynaklı enternasyonalist görevlerini yerine getirmekten çok uzaktırlar. Henüz ulusal kurtuluş mücadelesini verememiş ve ulusal devletler kuramamış halklar, devlet düzeyinde uluslararası destekten yoksundurlar. Dünyaya dayatılan yeni dünya düzeni, özellikle bölgemizde iç savaşlara ve halklar arası savaşa neden oldu. Durum yerel güçler aracılığı ile üçüncü dünya savaşı niteliğini aldı. Yani emperyalistler, yerel güçleri çatıştırarak yeniden emperyalist bölüşümü gerçekleştirmektedir. Bu, empeyralist odaklarca örgütlendirilen işbirlikçi güçleri kendine muhalif görüdüğü yönetimlere karşı savaştırmak şeklinde gerçekleşiyor. Bir de ulusal bağımsızlık talepleri doğrultusunda mücadele eden halklar; sömürgeci güçlerle savaşırken, dış veya uluslararası destekten yoksun olduklarından emperyalistlerle kimi zorunlu ittifaklara gitmektedir. Böylece yerellerde bu güçler aracılığı ile emperyal güçler kendi aralarında bilek güreşi yapmaktadır. Bu durumda her şart altında emperyalistler karlı çıkmaktadır.  Bu yerel savaşlarda çıkarları doğrultusunda uygun gördüğü gücü destekleyerek egemen olma politikasını yaşama geçirirken, öte yandan savaş malzemeleri; silah, uçak, tank satarak silah tekellerin karına kar katmaktadır.

Emperyalist güçler, sadece karlarını düşündüklerinden ulusal kurtuluş savaşı veren güçlerden ittifak yaptıklarını yalnız bırakmakta teredüt etmemektedir. Örneğin Başur ve Rojava`da ABD`nin tavırı. Rahatlıkla bazı tavizler karşılığında ittifakımdır veya mütefikimdir; benim korumamdadır dediği ulusal güçleri sömürgecilerin saldırıları karşısında kılını kırıpmadan beklemektedir. Sadece pasif bir takım uyarılarla durumu idare etmektedir. Mesela, Rojava`ya sömürgeci saldırı ve işgale; Kürtleri ve Rojava`ya saldırmayın demiyor; bu saldırı diyor, IŞİD`e karşı mücadeleyi zaafa uğratır. Yani Rojava`yı ve Kürtleri anmıyor. Bu da, emperyalistlerin ne kadar güvensiz ve ulusal kurtuluşa karşı bir duruş içinde olduğunun açık bir örneğidir.

 Sosyalizme Ve Sosyalistlere Karşı Güvensizlik

Ne var ki, 1990`larda sosyalist sistemin yıkılması sosyalizmin itibarını ve halkların ona sempatisini önemli oranda aşındırdı. Özellikle emperyalizmin anti sosyalist propagandası bu sempati olayını derin bir güvensizliğe bıraktı. Bu arada, anti sosyalist ulusal odakların bunu fırsat bilerek kimi tarihsel olayları çarpıtarak bu sürece önemli oranda katkı sundu. Özgürlük hareketinin bu süreçteki başarıları  burjuva ve küçük burjuvazi ile burjuva/feodal kesimlerce sosyalistlerin başarısı olarak görülmedi. Özellikle, Körfez savaşı ile başlayan süreç ve ABD desteğinde Başur`da gerçekleşen Bölgesel Yönetim; büyük bir ABD hayranlığına ve anti sosyalist bir rüzgarın esmesine yol açtı. Ne var ki, Özgürlük Hareketinin konjöntürel durumunda etkisiyle sosyalist söylemi yeterince dillendirememesi; ideolojik mücadeleyi bir anlamda askıya alması, sosyalist düşünce alehine bir iklim yarattı bu hareket içinde. Hatta Kürt milliyetçiler, özellikle Özgürlük Hareketi karşıtı milliyetçi Kürtler bu konjöntürel durumu kullanarak anti sosyalistlik yapmaya başladılar. Başur`daki oluşumu milliyetçi Kürtlerin başarısı olarak gördüler. Kuzey`de bir devletleşmeye gidememeyi ise sosyalistlerin başarısızlığı olarak kabul edildi.  ABD`yi ise ulusların kurtarıcısı olarak görmek gibi bir tarihsel yangıya düşüldü.

1999`un sonlarında, Abdullah Öcalan`ın bir operasyonla TC`ye teslim edilmesinden sonraki gelişmeler; tamamen sosylaistlerin alehine dönüştü. A. Öcalan`ın yeni Pradigması, yani ulusal devlet kurma stratejisinden vazgeçilmesi sosyalizme sempati ile bakmayan milliyetçi Kürtlerce anti sosyalist propaganda malzemesi oldu. Bu Özgürlük Hareketi saflarında da önemli taraf buluyor. Utangaç anti sosyalist bir geniş kesim oluştu. Soyalizmden söz edilince, yüzleri asılan bu utangaç anti sosyalistlerdir. Bunlar hareket içinde azımsanmayacak durumdalar. Oysa, Özgürlük Hareketi`nin önder kadroları sosyalist olma iddiasını devam etmektedir. Mesela, Abdullah Öcalan şunu diyor; “Sosyalizmde Israr, İnsanlıkta Isrardır”. Ne var ki, hareketin gövdesi ve tabanı giderek sosyalizmden uzaklaşıyor. Hem dünyadaki gelişmeler ve sınıfsal refleks sosyalizimden uzaklaşmaya ve ona güvensiz bakmaya kaynaklık etmektedir.

Büyük Bir Tarihsel Yanılgı

Mevcut çözümsüzlüğün nedeni emperyalizm olduğu halde, bu milliyetçi kesim bu çözümsüzlüğün faturasını  sol ve sosyalizime mal ediyor. Sanki sömürgeciliği sosyalistler yaratmış. Sanki sosyalistler ulusal devleti istemiyormuş gibi. Oysa sosyalistler ulusların kaderini belirleme hakkını koşulsuz savunur ve destekler. Ulusal devletlerin kurulmasını savunur. Ulusların kaderini tayin hakkını sosyalistler/komünistler devlet kurma hakkı olarak görür. Ve sosyalistler, burjuvazinin tarihsel olarak yarıda bıraktığı ulusal sorunu çözme misyonunu kendisi için görev kabul ediyor.

Gerçekler bu iken ortalıkta dolaşan çarpık ve kirli bilgiler ile uluslararası durum bu gerçeklerin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Burada sosyalist veya komünistlerin sürece müdahale edememesi de bu durumun oluşmasına iyi bir iklim yaratmaktadır. Komünistler, sürece güçlü müdahale etmemesi elbette büyük bir eksikliktir. Burada komünistlere büyük bir taihsel sorumluluk düşmektedir. Sürece olanaklarını ve gücünü zorlayarak müdahele etmesi gerekiyor. İdeolojik mücadeleyi derinleştirmesi gerekiyor.

Bu dile gettirdiğim durum ve nedenlere şunu eklmekte yarar vardır. Toplumsal yapımız aşiretçi ve feodaldır. Kapitalist veya burjuva gelişmelerde bile bu toplumsal yapının derin izlerini görmek mümkündür. Toplum muhafazakar ve dinin ağır etkisindedir. Potansiyel olarak  daha çok muhafazakar bir yapıdadır. Burjuva milliyetçiliğine ve dinsel yapılanmaya daha çok eğlimlidir. Bu eğlimi Özgürlük Hareketi önemli oranda etkisizleştirmiş olsa da, bu bir tehlike olarak karşımızda duruyor. Bir de bin yılı aşan bir tarihsel süreç sözkonusu. Sömürgecilik ve toplumsal bölünmüşlüğün yarattı parçalanmışlık var. Geliştirilen asimlayon var. Bütün bunlar hem ulusal birlik önünde engeldir ve hem de sosyalist düşüncenin toplumsal yapı tarafında kabulunu zorlaştırmaktadır. Emperyalist anti propaganda ise işin tuzu biberi malesef. 

Şunu da vurgulamak gerekiyor; ulusal mücadelede ezilen ulus milliyetçiliği sosyalistlerin temel ittifakıdır. Ama topluma sosyalizmi anlatmak ve sosyalistlerin en az milliyetçiler kadar yurtsever olduğunu anlamalarını sağlamak gerekiyor. Bu mevcut dünya durumunda kolay bir durum değildir. Bu zoru başarmak gerekiyor, Emperyalist propagandanın etksini kırmak bir zorunluluktur. Bütün olanak ve yolları denemek gerekiyor; bu emperyalist yanılgıdan toplumu kurtarmak için. Ha bu arada yanlış anlaşılmamalıdır; ulusal mücadelede ulusal çıkarlar doğrultusunda emperalistlerle ittifaklar olabilir. Ҫünkü devlet düzeyinde ya da uluslararası düzeyde destek verecek başka güç yoktur. Ulsulararası destek olmadan mücadelenin zaferle sonuçlanması çok zordur. İmkansız değildir ama çok zordur. Bu bilinçle ittifaklara bakmak gerekiyor. Bu olay sosyalistler için çok daha zordur. Ancak zoru başarmak gerekiyor. Bu süreç çok uzun  olacaktır. Özellikle toplumu, emperyalist karşı devrimci propagandanın etkisinden kurtarmak, sosyalizmi toplumun kurtuluş idolojisi olduğuna toplumu ikna etmek tarihsel bir görev olarak duruyor. Yoğun ve derin bir ideolojik çalışma ile ancak bu başarılabilir. Toplumu bu anti sosyalist yanılgıdan kurtarmak devrimin önemli bir aşaması gibi görünüyor. Aksi taktirde, ulusal mücadelede eksen kayması olabilir ve dini Kürt örgütleri önderliği ele geçirebilir. Bu gözardı edilecek bir tehlike değildir. 

Hamit Baldemir

Diğer Başlıklar

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (6) Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (6) Biraz daha bunu ayrıntılandırmak gerekirse; Türkiye`de işbirlikçi çarpık tekelci kapitalizmin gelişmesi …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR Kürdistan Bağımsız olmadan Demokratik Türkiye Mümkün Değildir Bizim ülkemiz …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI! Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (4) Dünya devrimci hareketin ve reel sosyalizmin deneyimi gösteriyor ki, böyle kısa …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3) Proletaryanın Devrimciliği ve Komünist Parti Koşulu Proletaryanın, toplumsal üretimdeki yer ve …