NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN
Bitmiyor Ölümlerimiz!
Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması mümkün mü göz pınarlarının? Mümkün mü kördüğüm olan yüreğindeki o kelepçeyi kırıp nefes alabilmek? Duygular biter mi hiç? Ruhsuzlaşır mı insan? Şerbetle dolu bir sürahi gibi, hop deyice boşalır mı insanın içi? Karma karışığız, ortaya karışık misali. Dönüşüm geçirmiş olmalıyız, zombiler gibi dolaşmaktayız. Amaçsız, nedensiz va aylakca. Bir ağaç yaprağı gibi kemirilmişiz. Emilmiş tüm içimiz de, posamız çıkmış sanki. Anlık yaşanır mı, anlık değişir mi insan? Yaşamaktayız hepsini. An geliyor sel gözyaşları, an oluyor derin tartışmalar içindeyiz. Bir yeri göğü inletmekte feryatlar, birden zombileşiyoruz nedensiz. Arada kahkaha bile atıyoruz, utanıyoruz. Bitkiniz, yorgunuz. Ayakta, hiç bir şey yapmadan lime lime olup, dökülür mü güz yaprağı gibi insan? Bitap düşmüşüz, yıkılmaktayız. Beş can göndermişiz sonsuzluğa, birisi içer de hala. Enkazdan çıkan battaniyelere sarmalayıp yolculadık. Bir beyaz kefene saramadık. Musalla taşına koyup paklayıp, kokular dökemedik. Tabutlarının önünde eğilip bir helallik sunamadık. Omuzlarda uğurlayamadık. Mezarları başına varıp son vedamızı da yapamadık. Üç beş insanla toprağın koynuna bıraktık. Olsun!.. Biz onları sevgilerle sarmalayıp yolculadık. Biz göz yaşlarımızın seli ile
yıkadık. Evrenin bütün çiçeklerinin kokularıyla donalttık onları. Helallik de nedir, onlar hiç kırmamışlardı ki bizi… Sevmiştik dolu dolusundan bir birimizi. Helallik dargınlar arası istenir. Biz güzellikleri az paylaştığımızdan ötürü üzüldük. Hayat nedir ki? Öğrendik. Geriye kalan hoş bir anıdır. Mirasımız bir tutam sevgidir. Bir avuç paylaşım. Bir dirhem gülüş. Bir çimdik hoşgörü. Sevgi bırakmalı insan, para pul değil. Katı yatı hikaye, yerle yeksan hepsi. Fırsatı kaçmadan kucaklaşmayı öğrenmeli insan. İlmik ilmik örülmeli sevda.
Zamanın hangisindeydik, bilemem. Üç beş yıl öncesidir ancak. Geleceğe dair planlar yapmaktayız. Adıyaman karası Abüzer ve sevgi yüklü Ebru var karede. Biz bahçe yapacağız, başına da bir külübe konduracağız. ‘Teyzem bana verir bir kulübelik yer, oluruz komşu’ demişti Abüzer. Sahici bir komşumuz olsun isterdik. Cana can, cana derman türünden. Sorun değil, yerimizde var. ‘Ben sizle her şeye varım’ demişti Ebru can. İçten ve samimi. Şaka sanılmıştı belki, çevreden. Biz kavleylemiştik gerçekten. Olacaktık yan yana, verecektik omuz omuza… Külübelerimizi dikip, ağaçlar yeşertecektik birlikte, olmadı. Hayallerimiz kurudu, yeşertemeyeceğiz şimdi.
Arabadayım, radyo açık. Yaslanmışım koltuğa. Deprem özel yayını yapılıyor. İlk günkü gibi değil, Adıyamanın da bahsi geçmekte. TRT dışında hiç bir istasyondan ses yok. Yerel radyolar tarumar olmuştur, tahmin ediyoruz. Soylu’dan güzellemeler aktarıyorlar. Efendim değişik söylentiler var mış, da, paşam rahatsız olmuş. Vatan hainleri kışkırmaktaymış milleti: Cenazeler yıkanmadan, namazı kılınmadan ve kayıtsız defin edilmekteymiş. ‘Yalan yalan, uydurma bunlar’, demekte özetle. Hassas bir konu. İnsanlarımız enkazda, binlerce… Kurtarılmayı beklemekte. Ölülerimiz, üç beş dükkan köşelerinde durmakta. Dirilerimizi gelenekleksel defin derdi sarmış, yol arıyoruz. Çaresizlik içindeyiz. Bulamıyoruz başkaca bir yol. Sarmalayıp ne bulduksa bez parçalarına dair, öylesine indiriyoruz toprak koynuna. Biz canları yolcularken Soyluyu görmedik… Başkalarına da rastlamadık, yemin billah. Yanıbaşımızda kimsecikler yoktu. Şahitimizdir tüm depremzedeler. Gülüp geçiyorum. Soysuzlaşmanın bu kadarına da pes diyorum. Edep diyorum, haya diyorum, ahlak diyorum, sabır çekiyorum. Kokuşmuşluğun dibi diyorum. Balığın baştan kokduğunu düşünüyorum. Kirvem hallerimizi böyle yaz, diyorum. Cahiliye devrindeyiz, zır cahillere kaldık. Cahil iş bilmezdir. Bildiği sanır. En mükemmelini yaptığını hayal eyler. Geriye bakar, yok bir icraat. Hırçınlaşır, haykırır avazı yettiğince. Ben yaptım der. Hemde en iyisini ben… der. Cahille tartışılmaz, hele az bilmişiyle hiç… Çirkinleşir, çamurlaşır, saldırır. Tek silahı saldırmaktır, iftira atmaktır. Soylu yüz binlerce ölüye saygısızlık yapmıştır. 15 milyon demremzedeye iftira ve hakaret etmiştir. Temelsiz her söz sahibine aittir. Biz böyle bilmekteyiz. Bir şey daha bilmekteyiz ki, iletişim ağımızı kısıtladınız. Ulusal güvenlik dediniz, vatan hainleri icat ettiniz. Ve kestiniz enkaz altındakilerin sesini. Ulaşamadılar, biz yaşıyoruz nidasını iletemediler. Öldüler, öldüler. Çığlık ata ata öldüler, duyamadık. Titreye titreye öldüler, saramadık. Onlarla biz de öldük, duyuramadık.
Akşama varmaktayız yavaş yavaş. Telaş sarıyor her yanı. Haykırışlar, çığlıklar. Kepçe bir özenle çalışmakta. Oya işler gibi dikkatli. Madencimizin birisi rehberlik etmekte. Diğeri yok, başka enkaza gitmiş. Yan tarafımızda. Canlı birisini çıkarma peşinde. Aralanıyor koca bir beton blok. Altta iki can. Karı koca. Altı ay olmamış evlenmelerine. Yataktan kalkamamışlar bile. Belki de umutsuzca sarıldılar, ölüme karşı. Sarılıp sımsıkı hayalini kurdukları yaşama dair her şeylerini saniyelere sığdırdılar… Doğmamış çocuklarına sarıldılar belki. Mavi pancurlu evlerinin bahçesinde çiçekler büyüttüler, ihtimal. Okul yollarında el elleydiler bebeleriyle belki, bilemem. Kim bilir? Soğudu hayalleri şimdi. Buz olmuş bedenleri. Ağıtlar yakmakta yakınları. Az koşturmadılar ortada. Sarılmak umuduyla günlerce çırpındılar. Valilik önünde ve sokaktan geçen herkeslere tatlı yalanlar söylediler. Bir umut dediler. Ses duyduk, çocuk var, dediler. El verin alalım canları dediler. Cansız olduklarını bile bile. Bir umut dediler. Olmadı. Ne kurtarıcı bulabildiler, ne de kucaklaşıp koklaşabildiler. Cansız bedenlerini sarmaladılar gözyaşlarıyla. Bir aracın arkasına alıp gittiler. Geride yanan ateş başında ki titreme görüntülerini bırakarak uzaklaştılar. Defalarca sırılsıklam olmuş elbiselerini kuruturken göğe yükselen buhar bulutlarına dolanarak gittiler. Öyle mahsun, öylesine üzgün…
Kepçe haraketli, dönmekte moloz yığını üzerinde. Aç kurtlar gibi saldırıyor enkaza. Beton ve demirleri ayrıştırma peşinde. Kepçenin hışmından yer gök toza kesmekte. Aranmakta durmadan, ailesi telaşta belli. Dön gel demişler. Oparetörümüz bitirmek niyetinde tezinden işi. Karanlık çökmek üzere. Bir gayret Ablamızı alalım istiyoruz. Karanlık izin vermiyor. Çöp konteynirin de yanan ateş başında öbekleniyoruz. Habire harlıyoruz ateşi. Başkaları da harlamış, yarışırcasına göğe yükselmekte alevler. Sokağı ısıtma derdi bizimkisi san ki. Umarsız, kayıtsız atıyoruz… kapı pencere ne varsa. Dersin moloz altındaki canları ısıtacağız, öylesine. Yağmur kesildi kesilecek. Lakin geceler buz soğuğu.
Daldan dala atlıyoruz, konuşuyoruz. ‘Barzani’ diyor biri, ‘göndermiş yüzlerce iş makinesini. Devletimiz bu araçlara Türk bayrağı asacaksınız demiş. Olmaz demişler. Kızılay, AFAD ableminde ısrar etmişler. O da kabül görmemiş. Dönmüşler geri’ diyor. İşitiyoruz sonraları, hiç bir ablem ve bayrak kullanmadan katkı sunmuşlar, çaresiz. ‘Dert edilene bak’ diyor bir ses. Koyun can derdinde, ulu devletimiz?.. Kürdün rengiyle uğraşmakta. Başka hangi ülke bayrak, ablamine müdahale ettiniz acep?
Bir başkası alıyor sözü. ‘Adıyaman AFAD başkanı AKP Milletvekili Ahmet Aydının yakını. AFAD neden yok belli değil mi? Hısım akraba hepsi kurum başlarında. Çöreklenmişler her yere. AFAD ne demek, eminim bunu bilmezler.’ Bereket diyoruz, maden emekcilerimiz varmış memlekette. Kuyu kazar gibi iğne ile, derman olmaya çalışıyorlar.
Valilikten Karapınar yolundan evimize doğru yola çıkmışız. Sağlı sollu yolumuz enkazlarla kesilmiş. Koşuyolu Parkı’ndan batıya üçgene dönmekte görüntü menzilimiz. Siteler dizilmiş ada ada. Şimdi şehir meydanı olmuş sanki. Ayakta bina sayısı üç beşi geçmez. Yerle bir her yan.Orhan Bilgiç hocamla sohbet etmiştik bir yıl öncesi. Köşebaşında dikilirken, şu binalar da kız kardeşlerim var demişti. Paylaşım yapmış ‘hepsi enkaz altında’ diye. Yüreğimiz ağrıyor. Kurtulan olurmu ki, burdan. İki bacı, iki yeğenim gitti diye yazmış. Ezgi, yeğeni 6. Gün de kurtarılmıştı, ağır yaralı. Tanışmıştık, avukattı. Amca oğlu Niyazi, deprem anında çıkmış yola. 40 gün sonra çocuklar fark ediyor. Yığılmış bir bina üzerine. Orhan hocamla ağıda duruyorum. Üçer, beşer, onar yok oluyor aileler. Yok olmuş Adıyaman. Resmi çizilir mi Abidin. Bir gece ansızın kopuveren tufanın resmini? Binlercemizin yok oluşunu çizebilirmisin? Bir kentin bitişini anlatabilirmisin? Yokoluş resmedilebilinir mi? Geçmişimizi enkazlardan alabilirmiyiz. Bu günümüzü ve yarınımızı… ey koca üstad, resmedebilirmisin? Fırçan titreyip, tualin gözyaşı dökmez mi?
(Sürecek)
Kaynak: Remzi Bilget’in Facebook sayfasından alınmıştır.