SEҪİMLER VE GERҪEKLER!
Gerek ulusal mücadelede ve gerekse sosyal mücadelede devrimciler legaliteyi her zaman olanaklar dahilinde kullanmıştır. Demokratik ortamlarda legal çalışma kitlelerle bağ kurmada önemli olanaklar sunmaktadır. Bu alanda kitlesel faaliyetleri yayma ve derinleştirme olanakları, anti demokratik ortamlara göre daha elverişlidir. Yeraltı çalışmaları, gizlilik gereği daha dardır. Kitleleri örgütsel alana çekmek ve devrimci bir güce dönüştürmek burada daha zahmetlidir. Bu nedenle devrimciler legal çalışma ortamının yaratılması için de mücadele ederler. Demokrasi mücadelesi devrimci mücadelenin önemli bir ayağadır. Ama legal ve demokratik mücadele devrim mücadelesinin bizzat kendisi değildir. Devrimciler legal mücadele koşullarının oluşması için mücadele verir. Reformlar uğruna da mücadele verir. Reformlar devirmin gelişmesine katkı sunar ve önder parti veya partilerin kitlesel çalışmasını kolaylaştıırır. Bu nedenle devrimciler reformları küçümsemez. Reforumlarıda devrim mücadelesinin bir parçası sayar. Devrim mücadelesinin gelişmesiyle gerçekleşen reformları mücadelenin bir yan ürünü olarak kabul eder.
Türkiye koşullarında legal mücadele ortamı hem kaygan ve hem çok sınırlıdır. Hatta legal mücadele ortamı yok gibidir. Bazı durumlardan dolayı açılan legal veya demokrtik kanal, bir aşamadan sonra tümden kaldırılmasa da tamamen etkisiz hale getirildi. Türkiye`deki faşizan sistem tüm yasal demokratik boşlukları kendi yasakçı politikasına göre yeniden düzenledi. Demokratik kırıntıları bile ortadan kaldırdı. Unutulmasın ki, TC sistemi kurulduğundan bu yana faşizmi uygulamıştır. En demokratik anayasa olarak kabul edilen `1961 Anayasası; demokratik soslu sömürgeci ve faşist bir anayasadır. “Kürdüm diyenin yüzüne tükürün” diyen Gürsel`in anayasası.
Daha sonra bu anayasa bize geniş geliyor dendi. 12 Mart Muhturası ile bu anayasanın kimi “demokratik” maddeleri kırpıldı veya değiştirildi. Yani burjuvazi kimi “demokratik” maddeleri yeniden gözden geçirdi. Egemenler, dünya durumuna bakarak kimi “demoratik” açılımlar yapmak istediler. Ancak sistemin sömürgeci ve ırkçı niteliğinin bunu kaldıramayacağını sanırım bilicinde değillerdi. Sonunda ırkçı ve sömürgeci sistem bu “demokratik” yasaların kendileri için geniş bir elbise olduğunu dillendirdi. 12 Mart Muhturası ile sistem kendisine uygun olacak bir elbise veya anayasa düzenlemesi yaptı. Anayasa yeniden gözden geçirildi. Revziyona uğratıldı.
Bu yeniden onarılan ve yamalanan anayasa; gelişen Türkiye devrimci demokratik ve Kürt ulusal demokratik mücadelesi karşısında işlemez oldu. Sömürgeci egemenler yeni bir arayışa yöneldiler. Bir takım provakasiyon ve komplolarla 12 Eylül 1980 Faşist Askeri Darbesinin koşullarını hazırladılar. Bilindiği üzere, sivil yöneticiler hiç itiraz etmeden askeri yönetime devlet yönetimini teslim ettiler. Bu askeri yönetim, bugüne dek hazırlanan tüm anayasaların deneyimi ışığında yeni bir faşist anayasa hazırladı. Sistemi dikensiz gülbahçesi olarak egemenlere devir etti ise de; Türkiye`nin realitesi buna uygun olmadığından sorunlar devam etti. Dünyadaki anti sosyalist gelişmelere rağmen TC`nin devlet sınırlarında Kürt ulusal mücadelesi güçlü bir çıkış yaptı. Bu ulusal devrimci çıkış hem Türkiye halklarına esin kaynağı oldu ve hem de Kürdistan halklarına moral oldu.
Gelişen Kürdistan ulusal mücadelesi karşısında acze düşen sömürgeciler yeni arayışlara girdi. Yeni yasaklar ve yeni kontra örgütlenmelerine gitti. Binlerce köy boşaltıldı. Köy koruculuğu adı altında bir kontra ordu yarattı. Para milliter karşı-devrimci oluşumlar örgütledi. Binlerce faaili meçhul ve sayısız katliamlarla binlerce insan katledildi. Yasal düzenlemelere gidildi. Bu yöntemler yetersiz kalınca, kendi yasa ve anayasalarını hiçe sayarak devrimci demokrat ve yurtseverler insanları fiziksel imha ile etkisizleştirmeye çalıştılar. Ülke içinde gelişen mücadeyle başa çıkamayan sömürgeci güçler bu kez sınır hareketlerine ağırlık verdiler. Başka devlet topraklarında Kürdistan ulusal silahlı güçlerine yönelik operasyonlara başladılar. Ne var ki, tüm bu sömürgeci faşist çabalar, sadece sonuçlara karşı bir mücadelenin ötesine gidemedi. Bataklık orta yerde durmaya devam etti ve devam ediyor. Nedenler ortadan kaldırılmadan sonuçlar ortadan kaldırılamaz gerçeği ile sistem karşı karşıya kaldı. Sistem asıl sorunu görmek istemediğinden; sorunun yarattığı sonuçlarla savaşmaya devam ediyor. Kendi yarattığı sorunların sonuçlarına verdirdiği kayıplarla övünüyor. Oysa, bu sorunların biricik nedeni sömürgeci faşist yönetimdir. TC devlet sınırlarında yaşayan halkları Türkleştirerek yeni bir Türk ulusu yaratma ideolojisidir. Bu sorunun en “belalısı” ise Kürt ulusudur. Kürdistan halkının ulusal talepleri kabul edilmedikçe bu sorun daha çok sistemin başına belalar açacaktır. Kürdistan ulusal demokratik talepleri kabul edilmedikçe, bu sömürgeci faşist sistem varlığını sürdürecektir. Türkiye, Kürdistan sorununu çözmedikçe asla demokratikleşemeyecektir. İstediği kadar halkı ırkçı ve faşist ideoloji ile zehirlesinler; sorunu savaşla ve şiddetle çözemeyecekler. Türkiye`de demokratikleşmenin ve ekonomik kalkınmanın yolu Kürdistan halkının kendi kaderini tayin etmesinden geçer. Güncel anlatımla, Kürt sorunun demokratik yöntemlerle çözümünden geçer.
Demokratik Mücadele Hangi Koşullarda Gerçekleşebilir?
TC`nin kuruluşundan sonra, Kürdistan ve Kürtlük adına bütün oluşumlar süreç içinde etkisizleştirildi. Tüm demokratik yapılanmalar ortadan kaldırıldı. Muhalif kişi ve kurumlar ya imha edildi ya da etkisizleştirildi. TC daha kurulmadan ve TBMM daha ilan edilmeden Kemalist güçlerin ilk işi Koçgiri halk hareketini katliamla bastırmak oldu. TC kurulduktan sonra, ilk icrat; AZADİ yöneticilerini tutuklayıp Şeyh Sait Başkaldırısınin başlaması ile Azadi önderleri asmak oldu. Sonra Şeyh Sait ve 46 yoldaşı darağacına gönderildi. Kemalist sömürgecilik, Kürd ve Kürdistan ile ilintili tüm oluşumları şiddet ile ortadan kaldırılıyor. Dersim Direnişi, Ağrı İsyanı ve niceleri kanla ve katliamla bastırılıyor. Sadece Kürtler hedef değildir. Muhalif tüm güçler hedeftir. Hatta milli misaki sınırlarında tüm halklar ve dini topluluklar bu sistemin hedefidir. Amaç; tek devlet, tek millet, tek dil ve tek bayrak. Bu amaç ve hedef hala aktüeldir. Bu projeden vazgeçilmemiştir. Sizce bu koşullarda sadece demokratik mücadele ne kadar başarılı olabilir ve çözüm gücü olabilir? Bu tek millet, tek dil ve tek bayrak projesi gündemde oldukça sömürgeci faşist sistemin demokratik bir dönüşüm gerçekleştirmesi mümkün değildir. Hata bu Kemalist projeye tek dini de ekleyebiliriz. Bu sistemin Laikliği inançlara özgürlük içermiyor. Bu laiklik sistemi tüm inançları denetim altına alma ve tek din içinde eritme sistemidir. Laiklik söylemi demogojik içeriktedir.
Parlementer Sistemle Türkiye Sorunlarına Ҫözüm Mümkün Mü?
Başında belirtmeliyim. En demokratik ülkede bile, kapitalizm karşıtı hiç bir sorun parlementer sistemle çözülmüyor. Yine hiç bir sömürge halkın kurtuluşu parlementer sistemle zafere ulaşmamıştır. Ҫünkü bu eşyanın doğasına aykırıdır. Hani derler ya “farklı çelişkiler farklı yöntemlerle çözülür”. Her sorun kendi özgün koşullarında çözülür. Bu “oynun kuralıdır”. Hiç bir egemen güç ezilenin haklarını kendi adaleti veya insani duyguları sonucu vermemiştir. Avrupa burjuvazisi çok insani olduğundan böyle kapitalist bir sistem yaratmadı. Ezilenlerin mücadelesi sonu devlet “sosyal devlet”e evrildi. Bu durum tüm devletleri için geçerlidir. Yine tarih bize barışçıl yollarla devrim olmayacağını pratikte bize kanıtladı. Alende Şili`de parlementer sistemle sosyalizmi kurmak istedi. Burjuvazi Pinoşet`i görevlendirdi. Kanlı bir darbe ile Sosyalist Alende devirldi. Alende teslim olmadı ve intihar etti. Bütün bunlar burjuvazinin iktidarını kormak için neler yapacağının göstergesidir. Boşuna “sınıf mücadelesi acımasızdır” denilmemiştir. Ayni biçimde ulusal mücadelede bir o kadar acımasızdır.
Türkiye`de parlementer mücadele ile sistem demokratikleşmez. Hem mevcut yasalar ve hem de Türkiye`nin mevcut düzeni buna uygun değildir. Buna asla izin vermez. Bir takım zikzaklar ve “esneklikler” kimseyi yanıltmasın. Hangi iklim ve hangi zeminde olduğumuzu unutmamalıyız. Mevcut realiteyi unutup legal mücadelenin bazı kazanımlarına kanıp bununla sorunu çözmeye kilitlenirseniz eğer; son seçimlerdeki gibi travmalar yaşarsınız. Kendi realitemizi bilerek parlementer sistemden yararlanmalıyız. Parlementer sistemi bir amaç değil bir araç olarak kullanmalıyz. “Dünya değişti, TC dünyaya uyumak mecburiyetindedir”. Gibi söylemler aslında sınıfsal mücadeleyi, kapitalizmi anlamamaktır. Kulağa hoş geliyor. Dünya eski dünya değildir demek. Elbette dev ekonomik, teknolojik, bilimsel gelişmeler var. Ve yapay zeka gibi… Bunlar büyük gelişmeler. Fakat bu gelişmeler kapitalizimin ve onun sınıfı olan burjuvazinin elindedir. En zengin devletlere veya ülkelere bakın; muhteşem bir zenginliğe sahipler. Ama bu zenginliği kendi ezilen emekçi halkı ile paylaşmaz.. Hatta dünya ekonomik krizi bahane ederek; emekçilerin can ve kanla elde ettiklerini ve sosyalsit sistemin varlığından korkarak verdikleri kırıntıları adım adım almaya çalışıyorlar. Pek hiç düşünmediniz mi bu üçüncü dünya halklarının yoksulluğuna ve süren savaşlara, bu değişen dünya niye müdahele etmiyor? Bu faşist sömürgeci savaşlara neden dur demiyor? Ҫünkü kapitalizim barbardır ve sadece karı düşünür. İnsan onun nezdinde üretim aracının bir parçasıdır. Sistem değişmemiş. Sadece teknoloji değişmiş. Sistem ayni kapitalist emperyalist sistem. Karekter ayni karekter. Türkiye`de de sistem ayni sistem : Sömürgeci kapitalist ve emperyalistir.
Legal mücadelenin sınırlarını bilerek politika yapmak gerek. Parlementer sistemi bir amaç değil, bir araç olarak görmek ve kullanmak gerekiyor. Parlementer sistem amaç edilirse daha çok seçim yenilgileri alınır ve seçim sendrumları yaşanır. Ҫünkü bu alanın sınırlarını sömürgeci egemenler belirliyor. Seçim bir demokrasi oynudur. Egemenler, topluma kendi seçeneklerini sunuyor ve bunlardan birini seçeceksin diyor. Toplum ise, sanki bu seçenekleri kendisi yaratmış gibi buna asılıyor. Bu kandırmaca oyun bir kısır döngü içinde hep tekrarlanır. Denebilir ki, bundan faydalanılmaz mi? Faydalanır ve faydalanmalıdır. Ama amaç haline getirilmemelidir. Bu oyunda, halkların çıkarı ne kadar dile getirilebilir ve halklar lehine kimi gelişmeler yaratabilirse bu bir başarııdır. Burada daha çok sistem ve burjuva politikası teşhir edilebilir. Temel sorunları çözmeye ve sistemde gedik yaratacak durumlara egemenler müsade etmiyor. Egemenlerin bu barikatını aşacak kitlesel güç olmayınca, bir noktadan sonra mücadele patinaj yapıyor. Bu gerçeklerin bilinciyle hareket edilirse, son seçimde yaşanan sendrumlar yaşanmaz. Halkın nezdinde başarısız olmazsınız. Bu oyunu kurallarına göre oynamak devrimci uyanıklık gereğidir.
Türkiye Koşullarında Yasal Mücadelenin Sınırları!
Türkiye`nin sosyo ekonomik yapısının bir yansımasıdır; Türkiye`nin siyasal yapısı. Bu karekteri onun demokratik sınırlarını da bize ifade ediyor. Sanki Türkiye`de demokrasi sınırları alabildiğine gelişkindir gibi hareket ediliyor. Kürt ulusal hareketinin gelişmesinin önüne geçmek; varolan ulusal güçleri düzen sınırlarına almak ve mücadeleyi kontrol edebilmek için bir takım alanlar açıldı. Amaç demokratik bir zemin üzerinde sorunun demokratik çözümünü sağlamak için sömürgeciler bu kanalları açmadı. Silahlı mücadelenin önünü kesmek ve silahlı mücadeleyi dururmak amaçlı idi. Özgürlük hareketi bu olanakları kullanmak istedi. Acılım legal alanlar; Kürdistani ve onun devrimci demokrat dostları legal partiler ve çeşitli kitle örgütleri kurarak karşılık verdiler. Bu ulusal ve devrimci güçlere yeni bir soluk oldu. Bu legal mücadele alanların yaratılmasını elbette öyle kolay olmadı. Ağır bedeller ödendi ve ödenmeye devam ediliyor. Kitlesel olarak güçlü olan yurtsever devrimci güçler bu legal alana damgasını vurdu. Bu eşyanın doğası gereği olması gerekendi. Durum bu olunca, ulusal demokratik güçlerin bu alandaki ağırlığı sömürgecileri rahatsız etti ve etmeye devam ediyor. Egemenler bu alanı yasal engellemelerden ayrı faili meçhullerle sınırlama çabalarını yoğunlaştırdı. Parti kapatmaları ile yoğun tutuklama ve ağır cezalara rağmen bu alanda insanlar ölümüne direndi. Buna rağmen bu legal mücadelenin esnekliği veya sınırları sömürgecilerin bekasıyla bağlantılıdır. Egemenlerin bekasını tehdit edince, yasalarını ayaklar altına almaktan terdüt etmedi. Şiddet, tutuklama, katliam parelelinde her türlü komplo ve politik hilleri devreye sokmaktan bir sakınca görmedi. Bunu açık ve gizli yapmaktan sakınmadı. Devletin bekası sözkonusu olunca; sömürgeci egemenler için her yol mübahtır. Uygulamada, her türlü baskı, komplo, iftira, hille normal ve yasal olur.
Düzen Partileri Ve Muhalefet
Bu tarla ve iklimde legal politika yapılıyor. Muhaliflere yaşam hakkı tanınmaz. Varolan partilerin hiç biri muhalif olamadı. Düzen partileri aslında hükümet olandan farklı düşünmüyor. Hatta bu partilerin yapamadığını iktidar partisi yaptığı için ona minettarlar. Kendileri iktidar bile olmak istemiyorlar. İktidar olamamk için ellerinde geleni yapiıyorlar.
Sol gösterip sağ vuran CHP`nin iktdar olma gibi bir derdi yoktur. Hatta AK Parti`nin misyonunu üstlenmeye hazırdır. Ama bunu sol adına yapıyor. Dikkat edilirse, Soyut bir takım argümanlar dışında CHP, milliyetçilik ve anti Kürtçülükte Ak Parti ile yarışıyor. Oysa Türkiye halklarının sol maskeli bir faşist pariye ihtiyacı yoktur. Bu halkın sol, demokrat ve özgürlükçü bir partiye ihtiyaç vardır. CHP bu misyondan uzak faşist ve sömürgeci bir partidir. Bu boşluğu HDP dolduracak yapıdadır. Lakin sistem böyle bir muhalefet istemiyor. HDP ise kitlesel gücüyle bunu demokratik yöntemlerle başaracak olanaklara sahip değildir. En başta, Türkiye Partisi olma iddiasının önünü egemenler kapattı. Onun PKK`nin projesi olarak lanse ettikten sonra, HDP`nin önü kesildi. HDP`nin Türkiye ayağı çok zayıf. Türkiye solunun bu ayağı güçlendirecek gücü yoktur. Dolayısıyla HDP Kürt partisi olmaktan kurtulamadı. Niyeti ne olursa olsun.
HDP Türkiye Partisi Olabilir Mi?
HDP Türkiye partisi olarak kuruldu. Ne var ki, Sömürgeci sistem ona yol vermedi. Onu Kürt partisi olarak kalmasını istedi. Bunu da başardı. Kürt milliyetçi dostlar, HDP`nin Türkiye partisi olmasını hiç kabul etmediler. Ne var ki, bu partinin kuruluş düşüncesi Türkiye partisi olmaktı. Bu maya tutmadı. Hani Nesreddin Hoca, göle maya çalar, orada geçen biri göl maya tutmaz gibisinden laf atar. Hoca, “ ya tutarsa!” Bu proje ya tutarsa projesi idi. Ama tutmadı. Bu proje nesnel gerçeklikten biraz uzaktı. Tüm çabalara rağmen, Türkiye partisi olma projesi gerçekleşmedi. Bundan hala direniliyor ama başarılı olacağını düşünmüyorum. Kürd halkının ulusal mücadelsi ve sömürgecilerin saldırı ve katliamları böyle bir proje için koşullar yaratmıyor. Buna yaşama şansı vermiyor. Nesnel koşulları olmayan bir projenin başarı şansı olamz, Bu projenin Türkiye ayağı bir avuç demokrat solcu ve komünistir. Kürdistan kurtulmadıkça bu kesimin güç kazanması imkansızdır. “Ezilen uluslar kurtulmadan ezen uluslar kurtulamaz”. Bu tarihsel ve bilimsel bir tespittir. Bu belirleme bir kez daha Türkiye coğrafyasında kendini kanıtladı.
HDP`nin CHP`yi Desteklemesini Nasıl Anlamak Gerekiyor!
Türkiye`nin mevcut siyasi haritasında, en tutarlı ve güçlü muhalefeti HDP yapmaktadır. Bütün baskı, tutuklama ve komplolara; hatta fiziki imha ve hilelere rağmen. Gerçekten mevcut siyasal ortamda devrimci demokratik bir muhalefet zor bir zaanattır. Bunu teslim etmek gerekir. HDP bu misyonu kendi çizgisine göre yapmaya çalışan bir siyasi yapılanmadır. Gerek sistemin çok yönlü ağır baskısı ve engellemeleri ve gerekse HDP`nin misyonu kimi sorunları da beraberinde getirmiştir. HDP gerek bu isim ve öncelleri ile sistemi demokratikleştirme mücadelesinde çizgisinin barındırdığı zaaflardan dolayı “beklenen” veya umulan başarıyı sergileyemedi. Oylarını artırdı. Hatta yüzde on üçlere oylarını vardır. Ancak mevcut hükümetin uygulamalarına engel olamadı. Mecliste hükümetin sömürgeci ve faşizan uygulamalarını engelleyemedi. Kendi çizgisinin öngördüğü yasal mücadelde başarılı olmadı. Bana göre bunu başaracak durumda da değildi. Ancak bu çizgi, Türkiye`nin demokratikleşmesini önüne koyan bir projedir.
Unutmamak gerekiyor ki, HDP sistem içi bir partidir. Yani reformist bir partidir. Bu partiden bu koşullarda Türkiye`nin demokratikleşmesi misyonunu yüklemek ağır bir sorumluluktur. Bu partinin kaldıracağı bir yük değildir. Birincisi, en başta sistemin yasal zemini izin vermez. İkincisi, ezilen bir ulusun devrimci dinamiğiyle ezen ulusu demokratikleştirmek imkansız bir iddiadır. Bu yanlış anlaşılmamalıdır. Reforumlar ve demokrasi için mücadele olmaz demek istemiyorum. Ezilen ulus sömürgeciliği demokratikleştirmez. Onu ülkesinde çıkarabilir ama onu demokratikleştirme görevi, ezen ulusun görevidir. Bu da ezilen ulusun kurtuluşundan geçer. Özcesi, ezilen ulusun demokrasi mücadelesi kendi kaderini tayin hakkından geçer. Ezen ulusa demokrasi getirmek mücadelesi yanlış bir anlayıştır. Yanlış hesap sömürgeci sistemden döner. Malesef böyle bir yanılgı yaşanıyor. Üstelik bu yanlış hesap çok taraf buldu.
HDP giderek kadro kayıp ediyor. En aktif kadroları cezaevinde ya da politik mücadelenin dışına atılmış. Kuzey Kürdistan`da belediyler önemli bir mevzidir. Kürt egemen sınıfları bu alanda etkili olmaya başladılar. HDP içinde önemli bir güç oldular. Burada devlete karşı önemli bir güç olmaktan söz etmiyorum. HDP çizgisinin temsilcilerine karşı bir güç oldular. Kitleselleşme ve seçimlerde daha çok oy alma kaygısıyla Kürt egemenlerine ilkesel tavizler verildi. Devrimci çizgi önemli oranda dönüşüme uğradı. Bu egemenlerin önemli bir kesimi düzenle sıkı bağlar içindedir. Ekonomik, sosyal ve politik. Bunların babalarının ve dedelerinin pek çoğu düzen partileriyle birlikteydiler. Özgürlük harekerinin güçlenmesi ve kitleselleşmesi, bu kesimde milliyetçi eğilimleri geliştirdi ancak sistemden kopan bir milliyetçilik değil, sistemle barışık bir “milliyetçilik” legal politik arenada boy gösterdi.
Bu kesimin çocuklar partide etkili olmaya başladı. Devrimci veya sosyalist çizgiyi bu partide Türkiye solu üstlendi. Bunlarında hem önemli bir güçleri yok ve hemde yurtsever kesimce benimsenmedi. Hatta yurtsever/milliyetçi kesim HDP`nin politik misyonunu ya kavramadı ya da kavramak işine gelmedi. Bu Türkiyeleşme aşısı tutmadı. Kürtler bunu sindirmedi. Türk kesiminde de halktan karşılık bulmadı. Hatta HDP eşittir PKK yaklaşımı ile Türkiye`de bu hareket dışlandı. Bir avuç dürüst, namuslu demokrat ve devrimciyi saymazsak.
Buna rağmen HDP büyük vaadlerde bulundu; Türkiye`yi demokratikleştireceğiz dedi. Ancak ulusal, sosyal ve politik zemin buna olanak sunmadı ve sunamaz. Seçimde alınan oyları önemli bir zafer gibi gösterdi. AK Parti ve MHP hükümetini devlet politikasından ayrı gösterdi. Sanki bu iki parti ile sömürgecilik ve faşizm başlamış. Bu iki parti hükümeti düşerse demokrasi gelir havası yaratıldı. Zaten baskı, tutuklama ve işkenceden bıkan Kürdistan halkı bunu bir umut olarak gördü. Bu umut gerçekleşmeyince, beklenti büyük hayalkırıklığına yol açtı. Kitlesel gücün yanlış yönlendirmesi halktan büyük tepki aldı. Alınganlık yarattı.
Gerek HDP`nin mecliste kendi projesine uygun yasal düzenlemelerde etkili olmaması, sesini duyuramaması ile pek çok kadrosunun zindana atılmasından kaynaklı sıkıntılar yaşadı. Hala yaşıyor. Bu kuşatılmışlıktan kurtulmak için farklı bir yol seçti. Bu yolda sisteme giden bir yoldu. Belediye seçimlerinde büyük kentlerde, AKP`ye kayıp ettirmek amacıyla CHP`nin adaylarını destekledi. Ankara, İstanbul ve İzmir gibi kentlerde CHP adaylarının başkan olmalarını sağladı. Kazanan bu şahıslar MHP gibi faşist kökenli adaylar. Ki hala faşist ve ırkçılar. Buralarda Ak Parti`nin adayı kayıp etti ama aynı çizgide parti ve kiişiler kazandı. HDP bunu büyük bir taktik ve başarı olarak gördü. “Pirus Zaferi” bu olsa gerek.
HDP`nin bu politik taktiği, AK Parti karşıtı kesimde coşku ve övgü ile karşılandı. Bunu bir demokrasi zaferi olarak lanse ettiler ve HDP`ye övgüler yağdılar. HDP`nin artık sistemin bir partisi olduğunu işlediler. Böylece HDP`yi CHPlileştirmeya çalıştılar. HDP bu övgülere kendi ilkelerinden taviz vererek ödüllendirdi onları. Oysa CHP faşist ve sömürgeci bir partidir. HDP bunu bilmiyor olamaz. Bu sınıfsal bir tercihti. Kendi kimliğini ve varlık nedenini unutarak hareket etti. Dedim ya bu bir sınıfsal ve ideolojik terchti. Kürt egemenleri, kayıp ettikleri ekonomik ve sosyal statüsünü CHP`ye yanaşarak yeniden kazanmak istedi. Düzenle barışmak için bu önemli bir hamle idi. CHP onu ciddiye bile almadı. Hatta aşağıladı. Buna rağmen desteklendi. Bunun üzerinde düşünmek gerekiyor. Fakat HDP`nin dayandığı kitle buna sert tepki gösterdi ve son seçimde tavırını belirledi. HDP bindiği dalı kesti. Sonuç ortada.
Seçim Ve Parlemnter Sistemin Türkiye`nin Demokratikleştirmesindeki Yeri.
Türkiye Cumhuriyeti varolduğu tarihten beri sömürgeci ve faişst bir yapıdadır. Seçimlerde olsa, seçimlerle hükümetlerde değişse; bu onun sömürgeci ve faşist niteliğini değiştirmez. Onun demokrasi sınırlarını sömürgecilik çiziyor. Kendi sisteminin savuncularına parti kurdurtuyor. Böylece demokrasi oynu oynanıyor. İnsanları böylece daha rahat etkiliyor ve yönetiyor. Bu sistemde, parlementer sistem devletin bekasına göre formüle edilmiştir. Tüm kapitalist devletlerde bu böyledir. Türkiye bu konuda daha pervasızdır. Türkiye`nin mevcut ekonomik ve sosyal yapısı demokratik bir anlayışı kaldıramıyor. Cumhuriyetin tarihine ve kuruluş tarzına bir bakılırsa durum çok iyi anlaşılır. Türkiye`da parlementer sistem devletin bekasına göre konumlandığından, sistemi reformize edecek durumda değildir. Bu gücü partilere kullandırmazlar. Zaman zaman kimi yumuşamalar ve kimi demokratik söylem konjonktürel bir durumdur. Gelişen kitlesel hareketleri veya gelişen tepkileri hafifletmek ve zaman kazanmak içindir. Bu nedenle Türkiye`de seçimler ve parlemento ile sorunlar çözülmez.
Bu sistemin başarısı veya demokratik değişimi yapacak fonksiyona kavuşması için güçlü bir kitle hareketi gerekiyor. Altan gelen dalgalarla sistemi zorlayarak bu münkündür. Bunun içinde gerekli sosyal ve politik yapı uygun değildir. Kürtleri harekete geçirerek bunu yaratmak çok zor. Ҫünkü ezilen ulusun kitlesel haraketi silahlı veya dışsal bir güçle desteklenmezse, sömürgeciler katliamla karşılık verir ve hareketi bastırır. Bunun çokça örnekleri yaşanmıştır. Türkiye ayağının beyni şövenist anlayışla zehirlendiği için sakattır. Yani yine bütün yollar ezilen ulus kurtulmadan ezen ulus kurtulmaz. Ezilen ulus kurtulmadan Türkiye`ye beklenen demokrasi gelmez. Bunun için demokrasi isteyen tüm güçler, kendi gücünü ezilen ulusun kurtuluşunu gerçekletirmeye vermelidir. Demokrasi yolu buradan geçiyor.
HDP Seçimdeki Başarısızlışın Diğer Nedenlerine Gözatalım.
HDP, Özgürlük hareketinin yarattığı politik zemin üzerinde var oldu. Yine bu hareketin bir önerisi üzerine Türkiyelileşme projesi formüle edildi. Kitlenin yüzde doksan yedisi gibi bir oran özgürlük harketin tabanıdır. Bu taban üzerinde politik bir güç olunuyor. Bu kitle HDP`ye farklı bir gözle bakıyor, Kendi ulusal ve ekonomik taleplerinin gerçekleştirmesini bekliyor. Bu hareketi özgürlük hareketi gibi görüyor. Ne var ki, bu kitle üzerinde politika yapıldığı halde, bu kitlenin öngördüğü bir yapılanma değildir. Yurtsever kesim bunu anlamak istemiyor. Bu HDP için zayıf bir halka. HDP bu tabanın özgürlük hareketine bağlılığını biliyor. Bu rahatlıkla davranıyor ancak bu bir yere kadar işe yarıyor.
Ademi merkeziyetçilik veya yerinde yönetim gibi kavramlar dillendirildi. Radikal demokrasi dediler. Bunlar sözde kaldı. Halka sormadan, hatta partililere sormadan üsten alınan kararlar uygulanıyor. İl ve ilçe başkanları bile atanma ile oluyor. Seçim burada bir formalitedir. Yerelin tanınmadığı biri il veya ilçe başkanı gösteriliyor ve üyelere seçtiriliyor. Belediye başkanların seçiminde de bu uygulama sözkonusudur. Halka seçtiriliyor sadece. Formalite bir seçim. Bu büyük bir anti demokratik uygulamadır. Tabanın sesi dinlenmiyor. Dinler gibi yapılıyor. Yurtsever kesim politik bir kitledir. Bunun farkında. Emek verenler ve bedel ödeyenler pek ciddiye alınmıyor. Geniş çevresi ve zengin olanlar ile popüller isimler öne çıkarılıyor. Oysa, bu hareket yoksul halk hareketidir. Zenginler ve rütbeliler nemalansın diye bedel ödemiyor bu halk. Bu yanlış uygulama ve anlayışlar, bir süre sonra büyük tepkilere yol açıyor. Kitlesel eylemlere halk yönlendiriliyor ancak devletin yönelimi karşısında yalnız bırakılıyor. Belediye uygulamalarında halka hizmetten çok devlete ne kadar tarafsız olduklarını kanıtlama var. Buna rağmen kayyum atanarak belediyler ellerinden alınıyor. Benzer bir politika mecliste yapılıyor. Ne kadar devleti düşündüklerini anlata anlata dillerinde tüy bitiyor.
HDP`nin Giridiği Krizin En Önemli Nedeni
Sömürgeci devletin Kürdistan halkına karşı geliştirdiği baskı, tutuklama ve katliamlar giderek derinleşiyor. Kırsal alandan geri çekilmeyle alan boşaldı. Bu alana devlet güçleri hakim oldu. Gerilla ile halk ilişkisi yok denecek düzeye indi. Devlet terörü halkı canından bezdirdi. Halk yalnızlaştı. Sömürgeciler sınır ötesi hareket ve suikastlerle gerilla güçlerine kesintisz operasiyonlar yapıyor. Halk arasında örgütleme sadece HDP örgütlenmesi ile sınırlıdır. Bu örgütsel ilişkiler halka cevap vermiyor. Özgürlük hareketine yönelik imha operasiyonları hem emperyalistlerce ve hemde bölgesel işbirlikçi güçlerle destekleniyor. Halk içindeki örgütsel bağların kopması ve önemli kadro kayıpları legal alanı kontrolunu ve desteğini zayıflatıyor. Bütün bunlar, legal alandaki tıkanma ve krize etki yapıyor.
Burada bir umutsuzluk çıkarılmasın. Umut her zaman vardır. Beş on kişiyle başlayan devrimci hareketler milyonlarla buluşuyor. Bir avuç insanla başlayan mücadele devrimle sonuçlanabiliyor. Mücadele uzun solukludur. Zikzakları ve yokuşları çoktur. Zafer kadar, bu mücadelede taktik yenilgelerde olur. Önemli olan düşmemek değildir; düştükten sonra kalkmaktır. Bu zor süreçte aşılır ve devrim mücadelesi kaldığı yerde devam eder. Halkların kurtuluş mücadelesi seçim ve parlementoya endeksli değildir ve olamaz. Bunlar mücadelenin yarattığı olanaklardı. Kullanıla biriliği kadar kullanılır. Yani parlementer mücadele hedef değildir. Hedef için bir araçtır. Burjuva seçimleri halkı kurtuluşa götürmez. Halkın öz örgütlenmesi ve devrimci mücadelesi halkın kurtuluşun sağlayacaktır.
Kimi Şaşırtan Durumlar!
Seçimler devirmci mücadelenin temel araçları değildir. Seçim ortamları sistemi teşhir ve halkla buluşmada kullanılır ve kimi mevziler kazanılabilir. Burada bir yanlışlık yoktur. Parlementer mücadelenin bir kuralıdır seçimler. Seçimler demokrasiyi de ifade etmez. Ne var ki, devrimci demokrat ve hatta yurtsever kesimde; Kemal Kılıçdaroğlu`nun kazanmamış olması bir hayalkırıklığı ve moral bozukluğu yarattı. Bu şaşırtıcı bir durumdur. Böyle bir yaklaşım düşündürcüdür. Oysa devrimci, demokrat ve yurtseverler CHP`yi biliyor. Kılıçdaroğlu`nu da tanıyor. Neredeyse, Kılıçdaroğlu`na kurtarıcı gözü ile bakıldı. Biliniyor ki, Kılıçdaroğlu`nun desteklenmesindeki amaç AK Parti ve MHP hükmetini düşürmekti. Bu büyük bir sonuç olmayacaktı. Kel Mahmut gidecekti Mahmut Kel gelecekti.
Evet halk, özelikle demokrat ve yurtsever kesim bu hükümetin uygulamalarından bıkmıştı. Erdoğan`ın seçilmemesi bu kesime bir moral olacaktı. Ancak sistemde bir değişiklik olmayacaktı. Irkçı ve sömürgeci söylemde Kılıçdaroğlu Erdoğan`ı aratacak cinstedir. Üstelik bunu sol adına ve bir alevi kimliğiyle yapıyor. Buna rağmen, Kılıçdaroğlu`nun kazanmaması neden hayalkırıklığı yaratıyor? Neden moral bozuluyor. Bu aslında sistemden devrimci kopuşun eksikliğidir. Eğer birileri CHP`yi sol ve demokrat görüyor ve Kılıçdaroğlun‘dan umut bekliyorsa; kendisini gözden geçirmesi gerekiyor. Sistemden kopuşunu sorgulaması gerekiyor. Bir sömürgeci partiden medet ummak düşündürcüdür. Üstelik Kılıçdaroğlu tavırını net koydu. HDP ile görüşmedi. Ve HDP`ye hiç bir vaad de bulunmadı. Kılıçdaroğlu misyonunda taviz vermedi. Bu Kılıçdaroğlu sevdası neyin nesi?
HDP, zaten Kılıçdaroğlu`nu şartsız desteklemekle ve kendi adayı ile seçime girmemekle büyük bir yanlış yaptı. Onu kurtarıcı gibi gösterdi. Zaten moralı bozulan ve üzülen sol kesimde, HDP`nin bu yaklaşımı etkilidir. Dedim ya, HDP içinde sistemle barışmak isteyen kesimin isteği idi. Birde Kemalist “solcuların” yönlendirmesi olsa gerek. Şaşırtan bir başka durum, yurtsever kesimde, Kılıçdaroğlu hayranlığı idi. Oy vermem diyenleri neredeyse hain ilan edeceklerdi. Ne diyeyim, “ Allah bizi bu solcularden ve yurtseverlerden kurusun”. Bu kafa ve bilinç bulanıklıkları yaratan ve üretenler utansın. Umarım utanırlar!
Peki Ne Yapmalı?
Mücadele devam ediyor. Umutsuzluğa yer yoktur. Bu mücadelede halklar ve tüm ezilen kesimler kazanacaktır. Bu yolda yenilgilerde zaferlerde olacaktır. Yenilgiler bizim umutlarımızı etiklemmelidir. Zafer ise bizi sarhoş etmemelidir. Mücadele kendi kuralları içinde verilmeye devam edecektir. HDP veya Yeşil Sol Parti; üzerinde politika yaptığı kitlesine dönmelidir. Kürdistan halkının ulusal demokratik taleplerini öne çıkarmalıdır. Türkiye partisi olma stratejini terk etmeli ve Kürdistan halkının partisi ve sesi olmalıdır. Ezilen bir halk kendini ezen halka demokrasi getiremez. Bunu bilince çıkarmalıdır. Kürdistan halkının taleplerini güçlü tarzda dile getirmelidir. Bu perspektifle yasal zemin zorlanmalıdır. Kitleleri bu doğrultuda harekete geçirmelidir.
Devleti ne kadar düşündüğünden vazgeçmelidir. Halkını ve halkları ne kadar düşündüğünü öne çıkarmalıdır.
Parti içi demokrasi en iyi tarzda işletilmelidir. Milletvekil ve belediye başkan adayları halkın eğilimine göre belirlenmelidir. Gerekirse ön bir seçimle adaylar belirlenmelidir. Adaylar merkezce belirlenmemelidir. Öneri ve ikna olabilir ama emrivaki yapılmamalıdır.
Bedel ödeyen ve emek veren insanlar dıştalanmamalıdır. Kemalist, popülist bireylere partide ayrıcalık tanınmamalıdır. Kürt egemenlerinden yurtseverliklerine güvenilmeyenlere partide aktif rol verilmemelidir.
Güçlü bir örgütlenme ve eğitim politikası devreye sokulmalıdır. Sömürgeci sistem ile yurtsever kitlesi arasına uzlaşmaz mesafe koymalıdır. Sistemle ilişkilerine dikkat etmelidir. Yani, sistem ile ilişkilerinde devrimci ve ulusalcı mesafesi korumalıdır. Bu devletin sömürgeci ve faşist olduğunu; bu devletle bu halkın dost olmayacağını bilince çıkarmalıdır.
Düzen partileriyle ilişkilerde ilkeli davranılmalıdır.
Yerellerde gençlere ve çocuklara yönelik yatırımlar yapmalı ve projeler üretmelidir.
Yoksul halka yönelik sosyal ve ekonomik projeler geliştirmelidir.
06.07.2023