Cumartesi , 21 Aralık 2024
Home / anasayfa / ‘KIRMIZI SİSLİ ÇARŞAMBA’ Samet Erdoğdu

‘KIRMIZI SİSLİ ÇARŞAMBA’ Samet Erdoğdu

Gabriel Garcia Màrquez’in «İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü: Kırmızı Pazartesi»’si işleneceğini herkesin bildiği ama önlemek için kimsenin bir şey yapmadığı bir cinayeti anlatır. Bu hacmi küçük, ama içeriği çekirdek gibi dolu kitapta kurbandan başka herkes cinayet işleneceğini bizzat katillerin basbas bağırmasından önceden bilmektedir; ama hiç kimse kurbana haber bile iletmemektedir.

Faili halen meçhul bir küçük kız çocuğu cinayetiyle günlerdir yatıp kalkıyoruz. Neyi bilip neyi bilmeyeceğimizi, neyi öğrenip neyi öğrenmeyeceğimizi belirleyen birilerinin önümüze attıkları küçük küçük bilgi kırıntılarıyla yemleniyoruz. Kim bulandırıyor ortalığı, kim önce aralar gibi yapıyor gerçek peçesini, sonra herşeyi bulandırıp, yepyeni bir mecraya sokuyor her şeyi?

Narin’in katledildiği KIRMIZI SİSLİ ÇARŞAMBA’da ise herkes el birliği ile karartma yapıyor; burada haber bildirmemek, konuşmamak, umursamamak, anlatmamak, cinayet olacağına inanmamak vs. yok. Burda herkes konuşuyor, yazıyor, anlatıyor, fikir beyan ediyor. Ama hiçbir şey aydınlanmıyor; her açıklamada, her yeni bilgi, bulgu kırıntısında herşey baştanbaşa bulanıyor, çamur oluyor.

Medya adeta bir dedektif, bir yargı organı, hatta infaz makamı olmuş. Önlerine fırlatılan bilgi kırıntıları üstüne atlıyor, güya haberleşme hakkı ve özgürlüğü adına, kendilerine bile bile, kasıtlı sunulmuş doğru – yanlış kırıntılar üzerinde gürültü koparıyor; her biri daha fazla kafa karıştıran uzmanları, dedektifleri, hukukçuları, adli tıbbiyecileri, gazetecileri, siyasetçileri, kurbanın yakın akrabalarını konuşturuyorlar. Olay, arkası bir türlü gelmeyen arkası-yarına döndü.

Beyaz Türkler, Boz Türkler, Yeşil Türkler, Pembe Türkler, Sarı Türkler, Kahverengi Türkler, Mor Türkler, Kara Türkler, Kızıl Türkler; velhasıl herkes Kürdistan’ın göbeğinde, payitahtı sayılan müstesna şehrinde meydana gelen bu olay etrafında sinsice Kürtleri mahkum ediyor, Kürdistanı bir kez de medya vasıtasıyla fethediyorlar. Bu bir millet-i hakime cihadıdır.

12 Eylülcülerin Danışma Meclisi kadar bir yetkisi bile olmayan, ama her ne hikmetse epeyce kalabalık tutularak her türden, her renkten ikbal avcısına bağrında yer veren Tayyibland Büyük Minnet Meclisi içinde sandalye ile şereflendirilmiş minnet vekilleri, kendilerini millet iradesi – halk iradesi temsilcisi diye pazarlarken, Dicle ya da Fırat’a akan çayların altına hangi sırların gömüldüğü, Narin’lere, Gülistan Doku’lara neler olduğu konusunda laf salatıları gevişlemekten başka ne yapıyorlar?

Tayyibistan demokrasisinin vitrininde nazarlıktan öte bir yeri olmayan, -mış, – miş gibi yaparak milyonlarca emekçiyi oyalamaktan, Tayyibin düzenine uydurmaktan, kısacası Mişmişcilikten öte bir değer taşımayan siyasi kuruluşlar, dernekler, gazeteler, televizyon kanalları artık Tayyip düzeninin dilidir, korosunun enstrünmanıdır, karartma aracıdır.

Tayyibistan devleti Göbels’in propaganda bakanlığını gölgede bırakan muazzam propaganda ve manüplasyon araçları, metotları kullanan bir güya İletişim Bakanlığı vasıtasıyla artık sadece direkt değil, bizzat sözde muhaliflerini de topaç gibi istediği yöne çeviriyor. Artık ekranlarda, minnet meclisinde, meydanlarda konuşanlar ‘’algı operasyonu’’, ‘’üst akıl’’, ‘’noktasında’’, ‘’vesayetinde’’, ‘’iltisaklı’’, ‘’defaeten’’ vs. vs. diye konuşuyor; yerleşik sağlam kavramları çiğneyip en iyi halde onlara ‘’yeni içerik, yeni anlam, yeniden üretilmiş nitelik’’ katıyorlar. Ve illaki ve mutlaka ‘’eski’’, ‘’geçmiş’’, ‘’aşılmış’’ olan saydıkları tarihin, değerlerin üstünde tepiniyorlar.

Türk emperyalizmi kendi siyasal ve ideolojik hegemonya tarzını artık oturtmuştur. Tayyibistan islamcı – faşist rejimi emekçi sınıflarla, Kürtlerle, alevilerle, kadınlarla, çocuklarla, tabiatla kısacası her şeyle istediği gibi oyun oynarken bu rejimin her türlü oportünist payandası ise güya muhalefet eder-miş gibi yaparak onun köçekliğini yapıyor.

Kandil dağında, Afrin’de, Şengal’de, Dersim’de uçan kuşu takip eden ve habire Kürt avlayan, canı isterse İstanbul’un milyonluk curcunasında istediği ’’şüpheli’’yi eliyle koymuş gibi ele geçiren TC Dersim’de tenha bir yerde kaybolan Gülistan Doku’yu, Amed’de, vaktiyle havaalanı kuracak kadar güvenli bir mıntıka olarak seçtiği bir bölgenin asırlardır Osmanlı ve TC devleti ile ’’ittifak’’ halinde olmakla övünen ve bu devlete, onun jandarmasına, polisine, savcısına, mahkemesine onlar her ne yaparsa yapsın itimat beyan eden kara kutu gibi bir köyde ne olup bittiğini ise güya henüz çözmeye çalışıyormuş gibi yapan bir puşt aklın dolap çevirdiği besbelli değil mi?

Önlerine yeni bir anayasa koyduklarını, bugüne dek gerçekleştirikleri hukuki, sosyal, siyasal, ekonomik düzenlemelerle kurmuş oldukları nizamı cedidi, Yeni Türkiye’yi daha da ’’yeni’’ bir mecraya sokmak istedikleri apaçık değil mi?

Qazi Muhammed’in vasiyeti, Nuri Dersimi’nin çığlığı, Seyid Rıza’nın düsturu, her şey bir yana, atalarımızın asırların tecrübesine dayanan binlerce atasözü bir kez daha kulakları çınlatıyor:

Bextê Romê tune.
Dijmine bavê, nabe dostê lawan.
Bextê dijmin tune.

Diğer Başlıklar

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR Kürdistan Bağımsız olmadan Demokratik Türkiye Mümkün Değildir Bizim ülkemiz …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI! Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (4) Dünya devrimci hareketin ve reel sosyalizmin deneyimi gösteriyor ki, böyle kısa …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3) Proletaryanın Devrimciliği ve Komünist Parti Koşulu Proletaryanın, toplumsal üretimdeki yer ve …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (2)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (2) İlk insanın üretim faaliyeti.İlkel dönemin üretim araçlarının gelişimi ile somutluk kazanan …