Savaş ve Doğru Taraf
Ortadoğu’da süren savaş münasebetiyle ABD’nin başını çektiği Emperyalist Blok’un gücünü abartan bazı değerlendirmeler okuyorum. “Ortadoğu’ya yeni düzen” başlığı altında ifade edilebilecek bu değerlendirmeler bence gerçeği yansıtmaktan çok, bu görüş sahiplerinin arzularının dışa vurumudur.
Evet, ABD önderliğindeki emperyalist blok’un savaş gücünün (ateş gücü); koca koca kentleri yerle bir etme, bir saldırıda binlerce insanı katletme kapasitesine sahip olduğunu Irak, Libya, Yemen, Afganistan’da yürüttükleri imha savaşlarında gördük. Ama, bunca yıkım ve katliama rağmen bu ülkelere yeni bir düzen getirebildiler mi? Hayır!
Daha iki sene önce Afgan halkını ve kendi işbirlikçilerini Taliban gericiliğinin zulmüne terk ederek kaçtıklarını görmedik mi?!
ABD+Batı emperyalist blokunu her şeye muktedir olarak görenlerin Rusya, Çin ve İran’dan oluşan, (gönüllü değil zorunluluktan bir arada duran) emperyal rakip devletlerin gücü ise küçümsendiğini de söylemek lazım. Rusya’nın Ukrayna savaşında yıprandığı doğru fakat,
Kuzey, Doğu ve Orta Afrika ülkelerinde; Mali, Nijer, Etiyopya, Burkina Faso ve daha bir çok ülkeden Batının kovulmasında esas rolü Çin’in ekonomik gücü ile Rusya’nın savaş/ateş gücünün oynadığını görmemek/görememek bizi yanıltmaz mı?
Bir diğer cehpede, ABD’nin arka bahçesi Latin ve Orta Amerika ülkeleri Venezuella, Küba, Nicaragua başta olmak üzere ABD nin baş düşman ilan ettiği, yıllardır uyguladığı ambargolarla ve iç karışıklıklarla dize getirmeye çalıştığı bu ülkelerinde esas destekçilerinin Rusya, Çin ve İran olduğunu bilmeyen yok. Yanlış anlaşılmasın, Çin, Rusya ve İran gibi ülkeler Dünyanın ezilen halklarının aman aman dostları olan ülkeler değil. En saldırgan emperyalist blok ABD’nin başını çektiği Batı emperyalist bloku olsa da, Çin, Rusya ve İran’ın da güçlendikçe aynı azgın emperyalist sömürü ve yağmaları hayata geçireceklerinden zerre kadar bir kuşku duyulmamalı.
Filistin özgülünde yaşanan kanlı savaşın Gazze sınırlarını aşan çok daha büyük bir kavganın sadece küçük bir parçası olduğu muhakak. Görünürde İsrail, Hamas, Hizubullah ve Hussiler çatışsa da, esas karşı karşıya olanın ABD’nin başını çektiği Batı emperyalist bloku ile Çin, Rusya ve İran’ın başını çektiği rakip emperyalist bloklar olduğunu herkes biliyor. Her iki blok’un savaş kabiliyeti, teknik ve ateş gücü üç yıldır Ukrayna‘da karşı karşıya. Üç yılda bir tarafın diğerine gözle görülür bir üstünlük sağlayamadığını söylemek mümkün. Ortadoğu’da alevlendirilen savaşta yeni olan, uzun yıllara dayanan savaş tecrübesi, olaağan üstü istihbarat yeteneği ve yüksek teknolojik ateş gücüyle adeta bir savaş makinası olan İsrail faktörüdür. Bir yıldır küçücük bir alanda, Gazze‘de bile direnişi bitiremeyen, olaağanüstü tekniğine ve Batı emperyalistlerinin her türlü teknik desteğine rağmen Hizubullah’ın saldırıları karşısında çaresizlik yaşayan İsrail’in de yeteneklerinin sınırına gelip dayandığı görülüyor. İşte burada, Çin, Rusya ve Özellikle de İran’ın bölge halklarına ve de bölgedeki dinci örgütlere dayanması, yanıltıcı bir şekilde anti-emperyalist güçler olarak görülmesinin bu güçlere sağladığı avantajı da görmek lazım diye düşünüyorum.
Savaşların sonucuna etkisi olan teknik üstünlük, istihbaratın gelişkinliği, ekonomik olanaklar vs. vs. bunlar elbetteki önemlidir. Ama insan, inanç ve haklılık faktörleri de en az teknolojik, ekonmik ve istihbarat üstünlüğü kadar, hatta daha fazla bir öneme sahiptir. Bu, Afganistan’da, Irak’ta, daha önceleri Lübnan’da görüldü. Batının sağladığı bütün teknik olanaklara rağmen Ukranya devleti cephede savaşacak asker bulamıyor. İnsanlar savaştan kaçmak için her yola başvuruyor. İşte burada insan faktörü devreye giriyor. Beğenelim, beğenmeyelim ortak bir ideolojik motivasyona sahip olan halklar kolay kolay yenilmezler. Hele hele kendi topraklarını, inanç ve kültürünü savunmak gibi bir motivasyona sahip iseler, onları yenmek, onlara zorla başka bir düzen dayatmak mümkün değildir, şimdiye kadar da olmamıştır…
Filistin, Lübnan ve Afganistan halklarının tamamını temsil etmeselerde Hamas, Hizubullah ve Taliban gibi örgütlerin hem dini referans almaları, hem de dış güçlere karşı topraklarını savunuyor gibi görünmeleri bu örgütlerin en önemli avantajlarıdır.
Teknik üstünlüğü herşey sayanlar, İnsan’a olan inancını yitirmiş, ideolojilerin bittiğini, tarihin sonu yalanlarına inan, emeperyalist kapitalist düzenin her şeye muktedir ve değişmezliğini kabullenmiş olanlardır. Diyalektik Tarihsel Materyalizm, Devrimlerin ithal ve ihraç edilemezliği, ezen ve ezilenin mücadelesinin son tahlilde ezilenler lehine sonuçlanacağı gibi Marxist doğruları vurgulamamız da bu insanlarda sadece alaycı bir gülümsemeye yol açacağını bildiğimden bu konulara hiç girmeyeceğim.
Lakin, Kürtler, sosyalistler ve diğer ezilen halkların bu savaşta tutumunun ne olmasına dair kısa bir kelam etmek de bir zorunluluktur. Özellikle Kürt liberal burjuva, milliyetçi ve liberal sol kesimlerde son zamanlarda bir ABD ve İsrail hayranlığı olduğu görülüyor. Bu kesimlere göre, Kürtler hemen ABD ve İsrail saflarında savaşa katılmalıdır. İsrail ve ABD Büyük Kürdistan’ı kurmaya dünden hazır. ABD ve İsrail kesin kazanan taraf. Biz Kürtler tarihimizde hep kazan tarafta değil, haklı ve zayıf tarafta yer aldığımız için kaybetmişiz. Bu sefer ama haklı haksız fark etmez, kazananın tarafında olmalıyımışız…
Bu tür düşüncelerin doğruluğu, yanlışlığı ve ahlaki yanı bir yana (ki bence çok yanlış), pragmatik bir yaklaşımla bile bakıtığımızda, hiçte Kürtlerin yararına değil. Yukarıda da açıklamaya çalıştığım gibi, bir kere ABD ve İsrail’in uzun vadede kesin kazanan tarf olacağı varsayımı tarihsel yaşanmışlıklardan da bildiğimiz üzere kolay ve mümkün değildir. Kazansalar bile emperyalistlerin halklara barış ve özgürlük getirdiği görülmemiştir. Onlar, halkları parçalayıp birbirine düşmanlaştırarak hegemonyalarını kurar ve sömürülerini garantilerler.
Doğru, devrimci ve sosyalist tutumun savunucuları olarak, mevcut taraflardan hiç birisinin bizim dostumuz olmadığı, olamayacağı gerçeğinden hareketle bir tavır belirlemeliyiz. Filistin ve Lübnan halkının vatanlarını savunmaları, siyonist işgale karşı direnmeleri itibariyle haklı taraf oldukları tartışılmaz bir gerçektir. Ancak direnişin başını çeken islamcı ideolojiye sahip, İran sömürgeci devletine bağımlı olan Hizubullah ve Hamas gibi örgütleride kör bir sadakatle desteklemenin yanlış olduğu da diğer bir gerçekliktir.
Günün doğru sloganı ve tavrı; Bütün Emperyalist İşgal ve Müdahalelere Hayır! Kürdistan ve Filistine Özgürlük! Diyerek,Ortadoğu halklarının gerçek kurtuluşunu kendi özgücüne dayanan ve emekçilerin çıkarlarını esas alan anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-faşist ve anti-sömürgeci güçler ile birlikte mücadele ve dayanışmayı yükseltmektir. Günün görevi ise: halklarımızın özgürlük mücadelelerine bu temelde öncülük edecek önderliklerin inşasıdır.
Not: Necati Güler’in Facebook sayfasından alınmıştır.