DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (6)
Biraz daha bunu ayrıntılandırmak gerekirse; Türkiye`de işbirlikçi çarpık tekelci kapitalizmin gelişmesi ve hatta egemen üretim biçimi ve tekelci kapitalizm evresine geçiş etmesine rağmen; kimi ekonomik ilişkilerde bile hala feodal ve kan bağına dayalı ilişkiler söz konusudur. Sosyal alanda feodal gelenek ve dinsel inançların küçümsenmeyecek etkisi vardır. Sınıf mevzilenmesi henüz istikrarlı bir statükoya kavuşmamıştır. Gerek ekonomik ve gerekse sosyal açıdan Türkiye daha çok küçük burjuvalar ülkesidir. Kırdan kente büyük bir akış var. Tekelci kapitalizm karşısında küçük burjuvazinin esnaf ve zanaatkar kesimi hızla iflas edip işsizler ordusuna katılmaktadır. Kapitalist iş yerlerinde istihdam bulamayan bu yeni işsizler, işsizler ordusunun giderek büyümesine neden olmaktadır. Farklı ekonomik ve sosyal alanlardan gelen kitleler kendi alışkanlıklarını da geldikleri yeni ortama taşımaktadır. İş bulma şansı olanlar da, girdikleri işçi çevrelerine kendi alışkanlık ve anlayışlarını birlikte götürmekteler. Bu sürekli akış ve sosyal karışma toplumu kozmopolit bir yapıyı egemen kılmaktadır.
İşçi sınıfı bu sosyal hareketten fazlasıyla nasibini almaktadır. Köyden kopmuş işçi sınıfına dahil olmuş kesimlerin ezici çoğunluğunun köyle ilişkileri sosyal ve ekonomik alanda devam etmektedir. Üstelik bir fabrikada ya da küçük bir işletmede yer bulan bu emekçilerin önemli kesimi kendini şanslı saymaktadır. Bu işsizler ordusundaki emekçiler, akraba ve çevresinin yardımı ve torpili ile işe girmektedir. Kimisi epey yüklü miktarda para ödeyerek torpil ile işe girmektedir. Dolayısıyla, bu işçiler patrona karşı duruşu bir devrimci işçi duruşu olamıyor. Hatta patrona minnet duyuyor.
Kısacası, kırdan ve şehir küçük burjuva katmanlarından işçi sınıfına katılan bu insanlar, kendi alışkanlık ve kültürlerini de buraya taşıyorlar. İşçi sınıfının örgütlü sosyalist bir gücüde olmayınca, bu yeni gelenleri kendi potasında eritemediği gibi sınıf duruşlarında önemli kaymalar olmaktadır. Bir de, Kuzey Kürdistan gibi bir sömürgeleri olunca, şovenlik ve gericilik onları daha da etkiliyor. Kendi egemenlerinin mezar kazıcılığından çok onların payandası olabiliyorlar. Elbette bu işçi sınıfının ekonomik duruşu veya üretim araçları karşısındaki duruşu ile çelişiyor. Bir de gelenek, ahlak ve din olgusu da işçi sınıfının ekonomik konumundan gelen nesnel gücünü, düşünce alanında kırılmalara yol açıyor. Türkiye işçi sınıfını ideolojik ve politik zaafa uğratan önemli neden, egemenlerin sömürgeci olmasıdır. Bu kendini sadece işçi alanında değil, güçlü bir sosyalist önderlik ve hareketin oluşumunda manidir. Bu nedenle Türkiyenin demokratik ve sosyalist devrimi Kürdistan
ın bağımsızlığından geçer. “ Ezilen uluslar kurtulmadan ezen uluslar kurtulamaz!” Bu belirleme Türkiye halkı için çok geçerlidir.
Bu toplumsal sirkülasyon, sadece işçi sınıfını olumsuz etkilememektedir. Diğer toplumsal katmanları da etkiliyor. Aydınlar mesela, farklı sosyal kökenlerden gelirler. Az da olsa işçi aileden gelenler var. Köylülükten, esnaf ve zanaatkar yapıdan, burjuva sosyal yapıdan ve başka sosyal kökenden. Bunlarda, her ne kadar aydın bir tabakadan iseler de, farklı farklı düşünce yapıları vardır. Geldikleri sınıfların veya çevrelerin anlayış ve alışkanlıklarını taşırlar. Dolayısıyla aydın rollerini devrimci demokratik alanda oynamazlar. Çünkü kendi kökenlerinin ideolojilerinin etkisindeler. Sınıf intiharını gerçekleştirenler ancak sosyalist safta tarihsel yerini alabiliyor. Egemen kültürün etkisi ve ezen ulustan olmaları, onları daha çok sosyal şoven ve ırkçı bir konumlanmaya götürüyor. Bu egemen anlayışın etkisinde kurtulan bir avuç aydın ve bilim insanı, maalesef kitleleri belirtilen nedenlerden etkileyemiyorlar.
Türkiye toplumu geniş bir küçük burjuva kitlesine sahiptir. Bir ara katman olarak nitelenen küçük burjuvazi düzenin temel sınıfı olarak kabul belirlenmemiştir. Ancak geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde, toplumda işçi sınıfından daha büyük bir nüfusa sahiptir. Örneğin Türkiye`de küçük burjuvazi ile işçi sınıfı nicel olarak kıyaslarsak küçük burjuvazinin daha kitlesel olduğu görülecektir. Oysa işbirlikçi tekelci bir kapitalist aşamada olduğu halde. Ayrıca rekabetçi kapitalizmin gelişim seyrine göre yapılan tespite göre, bu ara sınıfın giderek eriyeceği ve temel iki sınıfın kalacağı öngörülüyordu. O dönemler için geçerli olan bu belirleme günümüzde karşılığını tam bulmuyor. Bu da emperyalist kapitalizmin yarattığı durumdur. Bu küçük burjuva kitlesine köylü nüfusunu katmazsak bile; durum önemli bir değişiklik göstermez. Çalışanlardan küçümsenmeyecek nicelikte yarı proleter ve mevsimlik işçi vardır. Bir de hizmet sektörü denilen kesimde çalışanlar ve dağınık küçük işletmelerde çalışan işçiler vardır. Türkiye ekonomisinde ağır sanayi ya da hafif sanayide düzenli çalışan işçiler mevsimlik, hizmet sektöründe, küçük imalathanelerde çalışanlar ve mevsimlik işçilere kıyasla daha azdır. Tüm bunların her birinin geçmiş sosyal yapılarından gelen; kendine özgü alışkanlıkları, özlemleri, umutları korkuları, dini inançları ve ahlaksal değer yargıları vardır. Var olan bu tabloda iş bulmak, düzenli bir işte çalışmak bile bir imtiyaz ve bir “ şans” olarak kabul edilmektedir. En tortu alanda bile iş bulmak bir torpil sorunu halini almıştır.
Özellikle, ara tabaka veya küçük burjuva kesim çok değişkendir. Her gün yüzlercesi, belki de binlercesi işsizler ordusuna katılmaktadır. Bu kesim düzen çarkları arasında umutsuzca çırpınıyor. Düzen bataklığında her türlü hastalığa ve yozlaşmaya açık bir bünye konumundadır. Buna rağmen, mevcut durumuyla, aynı zamanda tüm toplumun sınıf ve tabakaları arasında bir köprüdür. Henüz kapitalizm, hatta feodal toplum öncesi toplumsal bağların varlığı söz konusudur. Kapitalizmin iç dinamiklerle gelişmemiş olması ve onun çarpık gelişimi; kapitalizme ait toplumsal yapı ve ilişkilerin kendi doğallığında oluşmasına ve bir önceki toplumsal kalıntıları tasfiye etmesini gerçekleştirememiş. Onları tasfiye etme yerine onlarla kendi çıkarlarına uygun ilişkiler geliştirmiş ve kozmopolit bir toplum ve kültür yaratmıştır. Aynı zamanda kozmopolitik ekonomik ve sosyal ilişkiler üretmiştir. Bu çarpık ilişkiler ortamında bir dezavantaj olan küçük burjuvazinin bu yapısı, bir toplumsal havuza dönüşmüştür. Toplumun her kesiminde buraya akış olurken, buradan da toplumun her alanına akış olmaktadır. Bu durum devrimci mücadele için hem dezavantaj ve hem de avantaj yaratabilmektedir. Bu ara tabakayla tüm toplumsal kesitlere ulaşmak mümkündür. Mesela K. Kürdistanda bu durum büyük devrimci olanaklar yaratmıştır. Önder partinin yaratıcı çabasıyla, bu ara kesim önemli ve temel bir devrimci güç haline gelmiştir. Toplumsal bu kozmopolitlik kendi ifadesini politik alanda da bulmuştur. Bugün Türkiye
de bir çok irili-ufaklı siyasal yapı ve partinin olmasının en temel sosyal yapısı bu durumdur. Bir ülkede birden fazla sosyalist / komünist partinin olmasını doğaldır. Ama aşırılık söz konusudur burada. Resmen parti veya örgüt enflasyonu var. Bu normal değildir. Mevcut sosyal yapının bir yansımasıdır. Toplumsal saflaşmanın ve kararlılığının olmamasından, çok sayıda sınıf, tabaka veya sosyal guruplar vardır. Bunlar devrimcilik adına herkes kendi sınıf ve tabakasının çıkarları doğrultusunda yapılanmaktadırlar. Yine hemen hemen herkes birbirini yadsımakta ve komünist olmadığını iddia etmektedir. Her yapı en devrimci ve en Marksist-Leninist benim diyor. Radikal fraksiyonların anladıkları tarzda sosyalizme bağlılıklarına ve kahramanca kavgalarına diyecek yoktur. Ne var ki, bu yapıları ile marjinal kalmaktadırlar. (Devam edecek)