DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (7) Hamit BALDEMiR
Devrimci mücadelenin parçalanmışlığı hem kendilerini yetersiz kılıyor ve hem de kendi dışındakilerini. Bu sadece ekonomik çıkarlarla sınırlı değildir. Bunun yansımaları olan din, ahlak ve benzer değerlerde bu yapılaşmalarda etkindir. Bu kozmopolitik siyasal yapılaşmalar sadece sol ya da devrimci saflarda olmuyor. Egemen sınıfta da benzer durum söz konusudur. Bu irili ufaklı devrimcilerin programları uluslararası devrimci hareketin etkisindeki ayrılıklar dışında, ülke özgülünde aralarında ayrılık yaratacak programatik bir fark hemen hemen yok gibidir. Bu farklı politik yapıların çokluğunda bir başka etken de, uluslararası devrimci hareketler arasındaki anlamsız rekabet ve önder olma çatışmasıdır. Bu hastalıkta, emperyalist-kapitalizmin etkisidir. Kişiler üzerindeki etki örgütsel planda ifadesini bu şekilde buluyor.
Toplumun her türlü gerici ve tutucu alışkanlık ve değer yargılarıyla kuşatılmış, düzenin karşı-devrimci bombardımanı ve kültürü altında; dinin pek çok olumsuz etkisinde kurtulamamış ve kendi önder partisinde yoksun Türkiye halkları (burada Kürdistan halkını ayrı tutuluyor) pratik olarak tamamen devrimci fonksiyonlarından yoksun kalmıştır dersem herhalde abartmış olmam. Hele geleneksel Marksist ve Leninist doğmatiklerin devrimin temel gücü ve önderi kabul ettikleri işçi sınıfı tamamen karşı devrimci sömürgeci sistemin etkisi ve yedeğindedir. Bazı devrimci çıkışlar olsa bile, istisnalar kaideyi bozmaz diyorum.
Devrimin temel gücü ve motoru veya önder gücü proletaryadır belirlemesini tarihsel ve toplumsal gerçekler ile bilimin ışığında yeniden gözden geçirilmelidir. Bir parantez açarak şunu belirtmek istiyorum; bu konuyu derinlemesine incelemedim ama dünya devrim tarihine ve yaşanan pratiğe bakıyorum; artık proletaryayı temel ve önder güç görmenin yanılgılara neden olduğunu görüyorum. Sosyalizm tüm ezilenlerindir. Sosyalizmle tanışan ve onu içselleştiren her kesim devrim mücadelesinde proletarya kadar aktif ve mücadelenin gereklerine göre konum alabilmektedir.
Sosyalist bilinçten yoksun işçi ile köylü arasında bir fark yoktur. Tek fark köylülük erirken, proletarya kapitalizmin temel sınıflarından biri olarak duruyor. Tabi ki ezilen sınıftan biridir. Ekonomik ilişkileri ve sosyal durumu gereği devrimci bir potansiyeldir. Bu tüm ezilenler için geçerli bir durumdur. Kendi öz devrimci örgütünü yaratamamış hiç bir sınıf ve halk devrim mücadelesinde başarılı olamaz. Başka bir anlatımla objektif koşullara paralel sübjektif koşullar yaratılamamışsa devrimci mücadele gelişemez ve başarıya ulaşmaz.
Her toplumsal düzen kendi ekonomisine ve onunla bağlantılı olarak mevzilenmiş toplumsal sınıflara göre devrimin niteliğini belirler. İttifak ve hedeflerini saptar. Bu devrimin kişiliğidir ya da karekteridir. Bu ekonomik ve toplumsal çıkarsamadan hareketle devrimin programı saptanır. Ne var ki, toplumun sosyal/ekonomik yapısından hareketle sınıflar çözümlemek tek başına yeterli değildir. Sınıfların genel karakteristiğini açığa çıkardıktan sonra; bireylerin ortalama kişiliğini açığa çıkarmaktan büyük yarar vardır. Bu yüzden toplumun kültürel, ahlaksal, dinsel değer yargılarını bilmek ve anlamak her devrimin ve devrimcinin önemli görevlerinden biridir. Çünkü toplumun dönüşümü onu anlamaktan, onu bilmekten geçer. Durumu teorik olarak belirlemek sadece bir başlangıçtır. Sadece teorik kalıpları tekrarlayıp dile getirmenin hiç bir pratik ederi yoktur. Bu iş teorinin pratikte ifadelendirmesiyle anlam kazanır.
Türkiye ve Kürdistan gibi toplumlarda; en homojen olması öngörülen sınıflar bile istenen veya olması gereken homojenlikten uzaktır. Bizim Marksist-Sosyalist literatürde en homojen sınıf proletarya olarak kabul görür. Gerek Türkiye`de ve gerekse Kürdistan`da proletarya; toplumun farklı sınıf ve tabakalarıyla güçlü organik bağlara sahiptir. Hatta kapitalizm öncesi kan bağı gibi tarihsel sahneden çoktan yok olmuş olması gereken güçlü bağlar vardır. Bu yapısıyla çoğu zaman sınıfsal çıkarlarına ters düşen pratik içinde olurlar. Çoğu da dinsel inanışlara bağlıdır. Politik devrimci hareketlerden uzak dururlar. Devrimci hareketlerle yakınlık kendilerine zarar vereceğini düşünüyorlar. Kendi zincirlerinden başka kayıp edecek bir şeyleri olmayan bu sosyal sınıf, maalesef işini kaybetmekten ve devletin hedefi olmaktan korkuyor. Demek ki, kendilerince kayıp edecek bir şeyleri var! Elbette devrimci düşünceleri benimsemiş ya da ekonomik ilişkilerinde belli bir mesafe kat etmiş işçiler de vardır. Yani sosyalist / komünist bilince sahip işçiler de vardır. Bunun yanında küçük burjuva, köylü veya işsiz dediğimiz toplumsal tabaklarda da sosyalizmi benimsemiş ve devrim mücadelesinde militanca yer alanlar az değildir.
Sözün kısası, işçiler devrimin dinamiklerinden biridir ancak köylüsü, küçük burjuvazisi, aydını işsizi de devrimin önemli dinamik ve güçlerindendir. Burada önemli nokta, sosyalizmi benimsemişlik ve kapitalizme karşı duruştur. Egemenlerle çelişkisi olan ve çıkarlarını devrimde gören tüm kesimler mücadelenin önemli güçleridir. Sömürge bir ülkede bu daha farklı olabilir. Devrimin hedefi feodalizmin sınıfları olan ağalar, şeyhler ve aşiretler bile ulusal mücadelede atlatılması gereken sosyal gruplardır. Bu devrim ittifakı her aşamada karakterine göre değişiklik gösterir.
Özcesi, ezilen halkların ve sınıfların egemen sisteme karşı devrime yürüyüşünün başarısının en önemli koşullu sübjektif koşulların yaratmasıdır. Türkiye devrimci hareketi, irili ufaklı örgütleri olsa da, önderliğe damgasını vuran ve kitleleri devrim mücadelesine katacak önderliğini yaratamamıştır. Oysa kendini devrimin önderi gören onlarca sosyalist örgüt var. Ne var ki, önderliksiz buna rağmen ne acı ki devam ediyor.
Kürdistan halkı önderlik sorununu önemli oranda aşmış ve önemli mevziler kazanmış durumda ancak, onun da önemli sorunları var. Bu sorunların en önemli ideolojik boyutludur. Çıkış noktasından çok farklılaşmış bir ideolojik/politik önderlik vardır. Bu konuya konumuza ışık tutacağını düşünerek değindik. Neyse, konumuza dönüyoruz.
Her dönemin tarihsel ekonomik süreci, nasıl kendi üst yapısını, sınıflarını , ilişkilerini ve mücadele biçimlerini yaratıyorsa; her sınıf da kendi ideolojik politik biçimlenmesiyle birlikte kişiliğini de yaratır. Ancak kaba materyalizme düşmemek gerek. Üst yapı ve diğer maddi yansımalar ve diğer nesnel yansımalar bir kere oluştuktan sonra, ekonomi kadar toplumsal grupları ve bireyleri etkiler (belirlemez); yönlendirir, şekillenmesinde 0 önemli rol oynar. Artık insanlar direkt pratikten bire bir teorilere düşüncelere varmayı aşmıştır. Çünkü gelişmiş bir kültür, bilim ve benzeri tüm bilim dalları birer maddi ve manevi toplumsal birikimlerdir. Maddenin maddeye yansıması, çok dolaylı soyutlamalar yaratmıştır. Hatta yansımanın yansıması ve ötesi yansımalara ulaşılmıştır. İşte bu bilimsel gelişim ve muazzam birikim sayesinde; insanlık birebir pratikten sonuç çıkarma ve çözüm üretmeyi aşmış; gelişmiş düşünce sayesinde teori ve politika üretebilmektedir. Bu nedenle diyoruz ki; devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz. Teorisiz bir pratik, nasıl kör bir pratik ise; pratiksiz bir teoride el ve ayakta yoksundur. Bu ikisi birbirine kopmaz diyalektik başlarla bağlıdır. Ancak ikisinin birlikteliği bir anlam ifade eder. Birbirinden ayrılmış teori ve pratik hiç bir anlam ifade etmez. İnsanlığın emekleme döneminde, pratik teori -pratik şeklinde formüle edilen bu durum; artık teori pratik teori şeklinde formüle edebiliriz. Bu insanlığın maddi yaşam veya toplumsal pratiği sonucu insan düşüncesinin vardığı zirvedir.
(Devam edecek).