Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın tam metnini incelemeden önce ön bir giriş yapacağım:
GİRİŞ
Faşist MHP’nin başı Dövlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de Türk Minnet Meclisi açılışında DEM Parti minnetvekilleriyle tokalaşıp “terörist başı” diye nitelediği Öcalan’ın bu meclise gelip “silah bırakma çağrısı yapması”nı istemesi ve “umut hakkından yararlanması”nı salık vermesiyle birden ortalık sallanmaya, gürültüler artmaya, “Kürt Halk Önderi’nin yeni bir ‘paradigma’ ile yeni bir ‘süreç’ başlatacağına” dair rivayetler, havadisler, yorumlar savrulmaya başlamıştı. Olaylar hızla gelişti. Teferruatları geçelim…Bahçeli’nin “Vakit Tamam” işaret videosuyla neye işaret ettiği üstüne spekülasyonlar sürmekteyken İdlib’te Türk ordusunun kanatları altında varlığını sürdüren İslamcı teröristler harekete geçmiş, Suriye’deki Baas rejimini tereyağından kıl çeker gibi alaşağı etmiş, Tayyib’i temsilen Şam’a giden kapıkulları Emevi camiinde zafer namazlarını kılmış, Avrupalı bakanlar, temsilciler koşa koşa Colani’nin huzuruna çıkıp zaferini kutlamışlardı. Derken Ege’deki deniz dibi sarsıntıları artmış, Santorini adasında volkanik işaretler belirmiş, dağın patlama, denizin taşma ihtimaline karşı ada sakinleri adadan tahliye edilmişlerdi. Bu arada Ahmet Türk, Sırrı Süreyya, Pervin Buldan’ın İmralı ziyaretleri sıklaşmış, Ahmet Türk dört parça Kürdistan’ın yüzlerini Türkiye’ye döndüğü, gözlerini Türkiye’ye diktiği, yalnızca Bakur’daki değil, Rojhılat’da, Başur’da, Rojava’daki Kürtlerin de “Türk – Kürt ittifakı temelinde yeni bir sürece yönelmeyi arzuladığı” mealinde laflar etmeye başlamıştı. Dikkat! Bu Türkiye Tayyibistan Türkiyesidir. Kendi tabirleriyle Yeni Türkiye, 21. Yüzyıl Türkiyesi…Sonra rivayet bulutları çoğalmaya, gök gürültüleri sıklaşmaya başladı. DEM Partiye hakim Türk kıdemli sosyalist minnetvekillerinden PKK’ye yakın çeşitli medya kuruluşlarında köşeleri tutmuş Türk emekli komunistlerine dek ne kadar “demokratik ulus paradigmacısı” varsa hepsi canla başla “yeni paradigma”nın erdemlerini övmeye başlamıştı. Zaman akıyordu, dünya gemisi Amerika’da dümen başına geçen, ”Yeniden Büyük Amerika”yı kurmak, 21. Yüzyıl’ı tam ve kesin “Amerikan Yüzyılı” yapıp hıristiyan mukaddes kitabının müjdelediği “End Zeit”i, yani “Tanrı’nın Bin Yıllık Yeryüzü Krallığı”nı getirmek isteyen Trump’ın, kendi selefinin boşalttığı dümeni hızla sağa sola çevirmesiyle, Haçlı donanmasının hızı artmış; bu hız, siyasi okyanusları dev dalgalarla köpürtmeye girişmişti. Bahçeli kadife eldiven içinde demir elini DEM vekillerine uzatırken bu elin demir bir el olduğunu ima etmeyi unutmamıştı. Eli binlerce devrimcinin, alevinin, Kürdün kanlarıyla ıslanmış bu herifin kadife eldivenli elinin hem kanlı hem de demirden olduğunu bilmemesi imkansız olan DEMciler ise göklerde uçuyor, müjde üzerine müjde veriyordu. Neyse gürültü, şamata, toz, duman arasında zaman aktı ve doğacak bebeğin İmralı’da ilk çığlığı atacağı belli oldu. Bebeğin doğduğu müjdesini rüzgarlardan değil, kıdemli İmralı ziyaretçilerinin açıklamalarından öğrendik. 25 Şubat 2025 tarihini ve Abdullah Öcalan imzasını taşıyan, yer belirtilmeyen bir açıklama “müjde” gibi ilan edildi. *** Televizyonlarda her ay ve her yıl yapılan TC Genel Kurmay açıklamalarına göre sırf 2014 Çökertme Hareketi’nin başlatılıp Sur, Cizre, Nusaybin, Batman ve daha pek çok yerleşim yerinin (şimdi Gazze’yi yıkan İsrail gibi) yıkılması günlerinden bu yana yılda ortalama iki bin civarında “terörist etkisiz hale getirilmiş”ti. Yani yuvarlak rakam olarak 10 yıl içinde 20 000 Kürt. Buna 2014 – 2015 yıllarında İŞİD’in Şengal, Kobani ve diğer yerlerdeki katliamları dahil değil. TC devleti, sözde insan hakları vs. şampiyonu olan batılı müteffikleri bir yana, Güney Kürdistan’daki federe devletin bile en ufak bir itirazı olmadan, Birleşmiş Milletler vs. gibi kurumlarda tek itiraz edilmeden, bu rakamları utanmadan açıklıyor; kendi kamuoyu karşısında olduğu kadar, başkaları nezdinde de bu cinayetlerine sessiz bir onay sağlıyordu. Öyle ya, TC, “terörist mikropları, mahlukları, canavarları etkisiz hale getiriyor”du!Burdaki “terörist” ve “etkisiz hale getirme” sözleri TC devletinin başına çöreklenmiş tayfanın zihniyet tarzını net biçimde gösteren, bilinçli ve sistemli aşağılama, kin ve nefret sözleridir. TC devleti daha önce “eşkiya, şaki” vs. dediği Kürt evlatlarına çağın jargonuna uygun olarak artık “terörist” diyor; Kürdistan’ın esaret boyunduruğundan kısmen ya da tamamen kurtulurak kuracağı her ulusal yönetim birimine de “Teröristan” diyordu. TC devletini kendi mülkleri, çiftlikleri haline getirip Tayyibistan’a dönüştürme hedefine artık erişmiş olan azgın bir azınlık grubu uluslararası iklimin kendilerine sunduğu elverişli ortamı kullanırken bu politikalarında Kürt halkının haklı ulusal davasını kendi çirkin çıkarları ve hevesleri doğrultusunda, tabii en büyük bedeli Kürtlere ödeterek bir “enstrüman” gibi kullanıyordu; halen de öyle yapıyor. Vaktiyle Beşir Atalay denen zat bu stratejiye “entegre strateji” demiş; bunu gerçekleştirmek için “her enstrümanı” kullanacaklarını söylemişti. Kürtler söz konusu olduğunda ağızlarında zehir, tükürük, salya, köpük, safra, pislik saçan bu türedi tayfası “terörist” kelimesini aslında sadece “silahlı eylem” yapanlar için kullanmıyor; bu kelimenin kapsamına her muhalif kişi, her muhalif tavır, hareket ve eylem giriyor. Söz, yazı, resim, konuşma, her şey bu kapsama rahatlıkla alınıyor ve “kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılır” diyen ve hakkaten de yapan bir zihniyetin kılıcı gibi çalışıyor. “Terörist” dedikleri kişiler onlar için “mikrop”dur, “mahluk”dur, “zararlı böcek”tir. Bu ve benzeri ifadeleri sakınmadan, çekinmeden bol bol kullanıyorlar. Bu kafa Kürdistan’da savaşı kendisi kışkırtmış, savaş ortamının Kürdistan’ın tam kurtuluşu boyutuna ulaşmaksızın devam etmesini kendisi tercih etmiş, kontrolü kaybetme tehlikesiyle karşılaştığı serhıldanlar döneminde dahi “uzun süreli savaş” stretejisini değiştirmemiştir. TC devleti açısından Kürt bir “mesele”dir, “sorun”dur, “başağrısı yapan bir virüs”tür; ancak bu “musibet” bir “tehlike” olma boyutuna asla ulaştırılmadan elde bulundurulması gereken bir “oyun kartı”, “koz”, “fırsat”, “bahane”dir. Neyin bahanesi? “Adriyatik’ten Çin Denizi’ne kadar” bir alanda hakimiyet ve nüfuz peşinde koşan emperyalist Türkiye’yi kurmak için gerekli koşulları hazırlamanın, iklimi oluşturmanın, “Cihan Devleti” yolunda adım adım ilerlemenin bahanesi, “enstrümanı”.. Türk emperyalizminin Bismarckvari Kontinentalpolitik’ten (Kıtasal Politika’dan) Kayzer Wilhelm tarzı Weltpolitik’e (Dünya Çapında Politika yapmaya) yönelmesi ve bu politikada “Kürt kartı”nı panzer gibi kullanması hususuna tekrar döneciğim. Ama ona gelmeden bir kaç noktaya değinmem gerekiyor. *** Kuzey Kürdistan’da sömürgeci savaşın sürmesi, düşük yoğunluklu savaş düzeyinde tutulması, ve bu savaşın sadece Kuzey Kürdistan’da değil, özellikle eski “Osmanlı Kürdistan”ı parçaları bugünkü Rojava ve Başur’a da taşındırılıp belli bir seviyeye kadar “PKK kartı”nın “bir tehdit ve istikrarsızlık unsuru” olarak askeri varlığını sürdürmesi TC’nin devlet politikasına dönüşmüş; PKK ise silahlı mücadeleyi artık bırakması gerektiğini yıllar önce farketmesine ve bu doğrultuda ilerlemek istemesine rağmen TC tarafından ısrarla sürdürülen süreğen bir düşük yoğunluklu savaş – düşük yoğunluklu barış tahtarevallisine adeta zincirlendirilmiştir. Öcalan’ın PKK’ye kendini feshetmesi, silahlı mücadeleyi bırakmasını tavsiye etmesi yeni bir olay değil. Daha 1999 yılında İmralı duruşmaları sırasında bunun işaretini vermişti. PKK Öcalan’ın çağrısı doğrultusunda 2000 yılında 7. Olağanüstü Kongresi’ni yapmış, ismini bile değiştirmişti. PKK 7. Olağanüstü Kongresi’nde kabul edilen ve “Dönüşüm Süreci ve Görevlerimiz” başlığı ile Nisan 2000’de yayınlanan, Abdullah Öcalan imzalı PKK MK Raporu’nun sonundaki PKK MK imzası 23 Aralık 1999 tarihini taşıyor. Bundan bir süre sonra KADEK PROGRAMI adıyla Kongre Belgeleri 3- diye Weşanên Serxwebûnca yayınlanan 121 numaralı kitapçık ile sözkonusu MK belgesi bu işlemin aslında 25 yıl önce yapılmış olduğunu; yani PKK’nin kendini fesh ettiğini, ismini ve programını değiştirdiğini belgeliyor. PKK bu konudaki ciddiyetini göstermek için değişik dönemlerde bir kaç kez TC devletine iyi niyet grupları gönderdi. Bunlardan kimileri Kandil’den geliyor, Habur sınır kapısından geçiyor; kimileri Avrupa’dan gönderiliyordu… Sonra KADEK adı unutuldu gitti…Biz adeta sürrealist bir tiyatronun aynı sahnelerinin değişik perdelerde hafif değişikliklerle tekrar tekrar oynanageldiği pis, çirkin, trajik bir oyunun Kürtler için yıkıcı, kahredici perdelerini yaşıyoruz. (devamı var…)
Not: Samet Erdogdu’nun Facebook sayfasından alınmıştır.