ÖCALAN’IN SON AÇIKLAMASI – 4
KÜRDİSTAN’DA TÜRK SÖMÜRGECİLİĞİ
1978 yazında bizzat Öcalan tarafından hazırlanan ve o yılın Kasım ayındaki kuruluş kongresinde parti görüşü olarak kabul edilen Manifesto’da PKK’nin hangi “zeminde doğmuş ” olduğu etraflıca anlatılıyor.
Kürdistan’da “Siyasal Yapı” başlığı altında şunları okuyoruz:
«Kürdistan’da, ekonomik, sosyal ve kültürel sömürgeciliğin hem nedeni hem de sonucu olan, güçlü bir Türk siyasal sömürgeciliği kurulmuştur. Diğer alanlardaki sömürgeciliğin gelişmesi gibi, siyasal alandaki sömürgeciliğin gelişmesi de, askeri işgal temelinde olmuştur.
Kürdistan’da Türk hakimiyeti askeri işgal ile başlamıştır. Üretici bir topluluk olmayan, talan ve ganimetle geçinen Türk Oğuz boyları, daha XI. Yüzyılda Kürdistan’a akınlar düzenlemeye başladılar. … Türk Oğuz boyları ganimet toplamada başarılı olmalarına rağmen, askeri ve siyasi alanda sürekli bir hakimiyet kuramadılar. Kurulan Türk beylikleri de, Kürdistan toplumsal yapısında eriyip, Türklüklerini kaybettiler.
Başlangıçta bir ittifak anlayışı içinde gelişen Osmanlı Türkleriyle Kürt beyleri arasındaki ilişkiler, giderek Kürt beyleri aleyhine bozulmuş, Osmanlı Türk egemenliğine dönüşmüştür. Osmanlı egemenliği döneminde de Kürt beyleri siyasi güçlerini birdenbire kaybetmediler. Uzun bir tarihi süreç içerisinde, merkezileşen Osmanlı otoritesine karşı, iç özerkliklerini korumak için yaptıkları mücadeleleri kaybettikçe, siyasi güçlerini yitirdiler.. Buna karşılık, askeri ve siyasi alanda Osmanlı Türk yönetimi gittikçe güçlendi. … Askeri ve ve siyasal Türk egemenliği – doğal bir sonuç olarak- ekonomik sömürgecilikle bütünleştirildi.
Cumhuriyet döneminde, Kürt beylerinin elindeki son siyasi güç kalıntıları da, direnmelerin ezilmesiyle yok edildi. 1940’lara doğru Türk ordusunun Kürdistan’ı tamamen işgal etmesiyle, Kürt hakim sınıflarının elinde herhangi bir siyasi ve askeri güç kalmadı. Kürt hakim sınıfları adeta iğdiş edildiler. Artık tüm kaderlerini Türk burjuvazisine bağlamak ve Türk devletinin şemsiyesi altında kendi mülklerini halka karşı korumaktan başka bir sorunları kalmadı. …
Aşiretçi-feodal beylerin siyasi güçten men edilmeleri ve Türk burjuvazisinin kucağında burjuvalaşan Kürtlerin de zaten böyle bir gücü elde etmelerinin olanaksızlığı ortaya çıkınca, siyasi alanda Türk yönetimi hakim oldu. Osmanlılar döneminde bir kaç eyalette yönetimde bulunan Türkler, tarihi süreç içinde, Kürdistan’ın vilayetlere, kazalara, nahiyelere bölünmesiyle oluşan yöneticiliklerin hepsini ele geçirdiler. Kürdistan’daki devlet kurumları, bugün tamamen Türk burjuvazisinin hakimiyetindedir. Askeri alanda da bu böyle olmuştur.
1830’lara kadar, Kürdistan’da, Türk askeri denetimi hala çok zayıftı. Yine bu yıllara kadar Kürtler, Osmanlı sultanlarına askerlik yapmazlardı. Ama, Avrupa karşısında uğranılan sürekli yenilgiler ve hristiyan halkların milli kurtuluş hareketlerinin gelişmesi, Osmanlıları, Yeniçeri ordusunun lağvına ve müslüman halklardan yeni bir ordunun oluşturulmasına zorlayınca, Kürtlerin zorla askere alınması dönemi açıldı. Bu amaçla, 1830’lardan itibaren, Kürdistan üzerine güçlü askeri seferlere girişildi. Bu istila hareketleriyle, Kürtler, bir yandan düzenli vergi vermeye zorlanırken, diğer bir yandan mecburi askerliğe tabi kılınmaya çalışıldı. XIX. Yüzyıldaki büyük isyanların en önemli nedenlerinden birisi de, bu zorunlu askerlik ve vergi yükümlülükleridir. İsyanların ezilmesiyle feodallerin iç özerklikleri önemli oranda ellerinden alınırken, yerine geçen Türk hakimiyeti de askerlik ve vergi yükümlülüğünü Kürt halkına zorla kabul ettirdi. …
Kürtler, Türk ordusuna, sadece köleler gibi en zor görevleri yerine getirmek için er olabilirler. Komuta kademelerinde, hain ve ajan Kürtlerden başka tek Kürt yoktur. Türk burjuvazisinin, ordu üzerinde mutlak denetimi vardır. Orduya alınan Kürt köylüleri, doğduklarına bin pişman ettirilerek ve iyi bir “vatan dersi” aldıktan sonra memleketlerine geri gönderilirler. … Kürtlerin bu şekilde boyun eğdirilip – sömürgeci ordunun önemli bir askeri gücünü oluşturarak – adeta kendi kendilerine ihanet ettirilmeleri, Türk sömürgeciliğinin en kaba ve canice yöntemlerinden birisidir. Bir bakıma, Türk sömürgeciliği adına “Kürdistan, Kürdistanlılar tarafından işgal edildi.” Ancak, bu işin arkasında, Türk sömürgeciliğinin kaba, vahşi ve ince yöntemlerini görmemek, suçu sadece Kürtlere yüklemek, olsa olsa bir hain-uşak olmakla mümkündür. Bugün Kürdistan’da herkesin davul-zurna ile askere gitmesi, oğlunun cenazesini zılgıtla uğurlayan bir ananın durumunun komedi-dram tarzında bir tekrarıdır.
Kısaca, tarihte böyle oluşan askeri ve siyasi alandaki Türk egemenliği, günümüzde güçlü bir ekonomik, sosyal ve kültürel temele kavuşarak, tam bir siyasal sömürgecilik biçimine dönüşmüştür. ….
Kısaca, Kürdistan’daki yönetim, en gaddar ve ince yöntemlerin birlikte uygulandığı TC’nin sömürge yönetimidir. … Bütün bu gizli ve açık sömürge yönetiminin temelinde askeri işgal vardır. Jandarma, polis, sivil sömürge yönecileri, burjuva partileri ve TBMM, Kürdistan’da bu işgal temeli üzerinde yükselir. Gerçek budur. Bu gerçeği değiştirmeye ne sosyal şövenlerin, ne de her türden burjuva ve küçük burjuva reformistlerin gücü yeter. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi, siyasi alandaki sömürgciliği gizleyen ve meşrulaştıran her türlü sosyal-şöven, burjuva ve küçük burjuva reformist görüşleri yerle bir ederek yükselecektir.»
(Kürdistan Devriminin Yolu, Weşanên Serxwebûn – 24, beşinci baskı, Haziran 1993, Köln, sayfa 164-173)
Bu tahlilden hareket eden Öcalan, bundan sonraki bölümde, önce, «Kürdistan Devriminin dayandığı tarihi miras» konusunu ele alır:
«Bugün Kürdistan devriminin önünde iki türlü tarihi miras vardır. Birincisi, tarihte zengin bir insanlık kültürü ortamında, yabancı egemenliğine, hakim sınıflara ve doğaya karşı amansız bir savaş içinde oluşmuş, “Kürt yiğitliği-mertliği” biçiminde somutlaşan Kürt halkının direnme tarihi; ikincisi, halka baskı, yabancı egemenliğine uşaklık temelinde oluşan ve bugün karşımızda döneklik, korkaklık, kaypaklık, milli ihanet, tüm insani ve yurtsever değerlerinden soyutlanmış, fosilleşmiş bir insan artığı gibi somutlaşan hakim sınıfların tarihi.
Biz, bu iki tarihi mirası birbirinden kesinlikle ayırt ederiz. Halk tarihine ne kaddar sahip çıkar ve devrimci mücadelemizin kökü haline getirirsek, hakim sınıfların tarihini de bu tarihten o kadar ayırt eder ve lanetleriz.» (sayfa 175)
«Köleci, feodal, kapitalist toplumların işgal, istila ve sömürgeciliğine karşı Kürt halkının döktüğü kanı, pek az halk dökmüştür. Örneğin, son iki yüzyılda görülen büyük direnmelerden bazıları şunlardır: 1831-36 Rewandûz, 1842-48 Bedirhan Bey, 1856 Yezdan Şer, 1879 Bedirhaniler, 1881 Ubeydullah, 1919 Koçgîrî, 1925 Palu-Genç-Hani, 1930 Ağrı, 1930 Simko, 1938 Dersim vb. Bu direnmeler de gösteriyor ki, halkımız, uğruna çok kan döktüğü özgürlüğünün gaspedilmesine kolay kolay göz yummamıştır.» (sayfa 177)
Bir sonraki alt başlığın konusu «Kürdistan Devriminin objektif ve subjektif şartları» altında sözkonusu şartları özetleyen Öcalan, bunun ardından «Kürdistan Devriminin özellikleri, hedefleri ve görevleri» konusunu ele alır. Yaptığı değerlendirmelerden ulaştığı sonuç şudur: «Bu özellikleriyle Kürdistan Devrimi, bir Milli Demokratik Devrim’dir.» (sayfa 183)
«Kürdistan Devrimi, en ön planda Türk sömürgeciliğini hedef alır. Siyasi bağımsızlığı gaspeden, Kürt dili, tarihi ve kültürü üzerinde tam bir yok etme işlevini sürdüren, üretim güçlerini tahrip ve talan eden Türk sömürgeciliğidir. Bu sömürgeciliğe, dışta emperyalistler, içte de feodal-kompradorlar destek vermektedir. Birbirlerine çok sıkı ekonomik bağlarla bağlı olan bu üç güç, Kürdistan Devriminin hedeflerini teşkil ederler. …
Kürdistan Devriminin özelliklerinden ve hedeflerinden kaynaklanan Kürdistan Devriminin görevleri Bağımsız ve Demokratik bir Kürdistan yaratmayı öngörür. …
Bütün bu görevlerin gerçekleşmesi temelinde ve demokratik merkeziyetçilik genel ilkesi altında, siyasi alanda demokratik halk cumhuriyeti biçiminde somutlaşan halk demokrasisi; ekonomik alanda, merkezi ve emredici bir devlet planlama teşkilatının önderliğinde devletçilik, kooperatifçilik ve özel mülkiyete yer veren, ağır sanayi başta olmak üzere tarım, sanayi, ticaret ve mali alanda bağımsız ve topyekun kalkınmaya dayanan bir ekonomik düzenin gerçekleşmesini olanaklı kılar. Siyasal ve ekonomik alandaki bağımsızlaşma ve gelişmeye, dil, sosyal, kültürel ve eğitsel alandaki bağımsızlaşma ve gelişim eşlik eder.» (sayfa 183-185)
İlk baskısı 1978’de yapılan bu bildirgede ortaya konan gerekçeler, yapılan tahliller ve varılan sonuçlar PKK’nin hangi “zeminde doğmuş” olduğunu ortaya koymaktadır. 204 sayfa tutan bu belgedeki diğer tahliller de göz önünde tutulduğunda Abdullah Öcalan’ın imzasını taşıyan 25 Şubat 2025 tarihli “Çağrı”nın daha ilk paragrafının bu belgeyi, eğer gerçekten de Öcalan yazdı ise, kendi kurduğu bu örgütü hangi “ortam ve zeminde” kurmuş olduğunu ya unutmuş olduğunu; ya da bu belgeyi Türk yetkililerinin yazıp; Öcalan’ın imzalamasını sağladıklarını gösterir. «PKK; tarihin en yoğun şiddet yüzyılı olan 20. asrı, iki dünya savaşı, reel-sosyalizm ve dünya genelinde yaşanan soğuk savaş ortamları, Kürt realitesinin inkarı, başta ifade olmak üzere özgürlükler konusunda yasaklardan kaynaklı oluşan zeminde doğmuştur»; şeklindeki bir cümle; Kürdistan ulusal bağımsızlık mücadelesinin defalarca ayaklanmalar doğurmasının Türk sömürgeciliği yüzünden değil; çok fazla “anlam” taşımayan, haklı gerekçesi olmayan nedenlerle olduğunu söyleyerek bu mücadeleyi kriminal bir cürüm, bir asayiş olayı, amaçsız kör terör sayan ve bu yüzden de bunu yürütenleri “etkisiz hale getirme”, “temizleme”, “imha etme” hakkını kendinde gören bir ırkçı, şöven, faşist “uzman” tarafından kaleme alınabilir. Bu faili meçhul “uzmanın” şimdiki MİT başkanı mı olduğu, “İletişim Başkanlığı” başkanı mı olduğu, yoksa eski “komunist”, yeni bir “Cumhurbaşkanı Danışmanı” mı ya da başka biri mi olduğu çok da önemli değil. (Devam Edecek)