Bir komünist veya bir grup komünist yada bir komünüst parti ortak aklı önce iyi bir düşünür taşınır, ardından ; ŞUNU (veya şunları)YAPACAĞIM DER VE YAPAR. En azından var gücüyle yapmaya çalışır.Buna rağmen sözünün gereğini kısmen veya tamamen yerine getirememişse, bunun nedenlerini işçi sınıfına ve genel olarak halka açıklar. Öngöremediklerinden ve eksikliklerinden dolayı toplumdan ÖZÜR DİLER.
Ha keza bir komünist veya bir komünist parti şunları şunları da yapmayacağım der ve o yapmayacağım dediklerini de yapmaz. Eğer bir kömünist partisi yapacağım dediklerini yapmaz; yapmayacağım dediklerini de yaparsa adından ve iddiasından vazgeçmiş olur.
Bu yalın gerçeklikler dürüst olmanın, işçi sınıfına, halka, doğaya ve insanlığa karşı sorumlu davranmanın ABC sidir. Bir komünist veya bir komünist parti açısından işin ABC si olan böyle bir giriş için kusura bakılmaya. Asıl meramımız çoktandır açık göstergeleriyle üzerimize üzerimize gelen ve artık kabuğumuza sığdıramadığımız ESASTAN VE İŞTEN KAÇMA hastalığının bugün geldiği düzeyi dilimiz döndüğünce yoldaşlarımıza anlatmaktır.
Bizim kadroların neredeyse hepsi bilirler ya, bilmeyenler için yazalım: Eski su değirmenlerinin iki taşı arasında öğüteceği nesne yoksa eğer, alt ve üst taşlar birbirlerini yerler. Yaklaşık bir iki saat boşa çalışan bir değirmenin taşları artık sabunlaşır ve iş görmez olurlar. Dile getirilmesi zor halimiz, özellikle Ülke içerisindeki durumumuz ne yazık ki tıpkı boşa dönen değirmen taşları gibidir. Ortada ne un ne de ekmek var. Yanık taş kokusu bacayı saralı çok oldu. Yani kendi ekseninde dönen, kısmi iç dolaşımla yetinen bir hal ve ahvalden bir türlü çıkılamıyor. İşten , eylemden , sokaktan ve doğal olarak sınıftan ve halktan dışta ve uzakta olunca kimliğimizin asıl belirleyicilerinden ilkini yitirmiş oluyoruz.
İş, yani hayata uyarlanabilen politika üretilemiyor. Bu iddilalı ve kesin dilli cümleyi her yoldaşımız kendisi test edebilir. Test edebilirlik kolay olsun diye zamanı isterseniz sınırlayın. Son on yıl deyin, son beş yıl, üç yıl deyin mesala. Denilen zaman içerisinde neyi ve neleri yapacağız dendi ve neler yapıldı mesala. Örneğin iki Kongre yaşandı. Resmiyet gereği „FAALİYET RAPORLARI“ yazıldı ve okundu. Bir fındık kabuğunu dolduracak kadar somut iş ve eylem olarak ne var; bir kere daha okunup bakılsın. O raporlarda iş olarak yalnızca iç örgütlenme kısmen yazılıdır ama, yazılanlar da ya dilek ve temenni cinsinden, ya da başarısızlığın bahanelinin sıralanışı şeklindedir..
Bilinsin ve unutulmasın ki; somut iş üretmeyen her yapı ve kişi bol bol BAHANE üretir. Yani işten kaçan, söz, teori ve politika konularında da esastan kaçar.
Sanırım bu sarsıcı olması amaçlanan cümlelerin asıl nedenini kısaca da olsa dile getirme zamanı geldi. Tüm yoldaşlar biliyorlar ama, biz yinede belirtelim: Çoktandır İÇ TARTIŞMA diye bir sağırlar diyaloğu yaşamaktayız. Sadece adı tartışma olan bu sağırlar diyaloğunun bir ucunda ÖSP genel başkanı var, diğer yanında KKP li kimi yoldaşlar. Nerdeyse dört yıldan beri bu verimsiz çatışma sürüyor. Tartışmanın verimsizliğinin ve somutta işe yaramamasının iki ayağı var. Birisi Sinan Çiftyürek’in yıllar içerisinde alışkanlık haline getirdiği işten, somuttan, sokaktan ve elle tutulur politikalardan israrla kaçmasıdır. Az önce belirttik. İşten kaçış esastan kaçışı da beraberinde getiriyor.
Tartışmaya yazılı olarak katılan KKP li kadorlar ise bilindiği üzere Avrupa’dalar. Kimse yanına koymasada, göçmenlik, hele hele uzun süreli göçmenlik tartışmalar üzerinde bir basınç oluşturuyor. SÖYLENEN SÖZLERLE Ülke arasındaki uzaklık , ileri sürülen politik görüşlerle pratiğin alan ayrılığı belli bir tutukluğa yolaçıyor. Hani derler ya YUMRUĞU MASAYA VURMAK…..Ben DER VE YAPARIM olanaklarına sahip olmamak insanın elini azda olsa titretiyor. İşte o coğrafik olarak uzaktan gelen ve ancak dişler arasından haykırılabilen sesler aracılığıyla ÖSP Genel Başkanına deniyor ki;
Üslendiğin etikete uygun davran. Kürt halkı, Kürdistan işçi sınıfı ve genel olarak insanlık için söyleyecek sözün yoksa o makamda durma. Sözün varsa çık meydanlarda söyle. Adına uygun davran. Ulusun, halkın ve işçi sınıfı ile olabildiğince yakın ol. Sokakta ol. Bir Kürt komünisti olduğunu işin ve eyleminle cümle alem görsün. Polis copunun tadını unutalı nerdeyse 26- 27 yılı buldu.. Diyarbakır sıcağında tomaların suyuyla serinlemeyi bir dene. Etleri katır etlerine karışmış evlatlarına ağlayan Roboskili anaları git ve ziyaret et. Kobani direnişçilerine hiç bir şey yollayamıyorsan şöyle yürekten bir selam gönder. Esir pazarına sürülen Ezidi analarımıza elin ulaşmıyorsa eğer, CUMARTESİ ANALARINI ara sıra ziyaret et. Mesala ayda bir kez Galatasaray’a uğra. Referandumda AKP lilerle aynı oyu kullandın kullanmasına da, bari bunca yaşanmışlıktan sonra halkından özür dile.( Ben bu tartışmayı taa o zaman başlatmamak adına muğlak bir referandum yazısı yazmıştım. Ben o muğlak yazım nedeniyle bu üçüncü kez olmak üzere herkeslerden özür diliyorum) „Yerel örgütlerimiz yerel seçimlerde serbesttirler“ gibi ucubelikleri politika diye kimseye yutturmaya kalkma. T.C silahlı güçleri ile mecburiyetten savaşan en olumsuz konumdaki bir Kürt örgütü ile sömürgeci güçler arasındaki kavgada tarafsız kalamazsın. Tarafsızlık davaya sırt dönmektir, bilmelisin. Tayyip Erdoğan ile Selahaddin Demirtaş’ın yarıştığı bir seçimde tarafsızlığın Tayyipten yana olmak demek olduğunu bilmiyorsan politikayı bırakacaksın. Vb vb vb …..Deniyor. Deniyor ama, her keresinde Sinan Çiftyürek ya susuyor, ya da esastan kaçıyor. Susmadığında eften püften bahaneler arayıp buluyor ve birilerini kandırdığını sanıyor. Son üçbuçuk yıl içerisinde pratik politika adına iki kere bildiri dağıtımına çıkmak, bir kere izinli 1 Mayıs gösterisine katılmak ve birde bir ortak metne imza atmak dışında hiç bir iş yapmayan birisi kendisine bahane aramazda ne yapar!
Sinan Çiftyürek’e -ve bir ara not olarak belirtelim ki sorgusuz sualsiz Sinan’a müritlik etmeyi kabüllenenlere – söylenenler pratik politika konuları ile sınırlı değil. Örneğin örgüt alanı ve yaşamı…Tam bir facia. Yıllar boyu taş üstüne taş konmuşluğu yok. Duvardan durmadan taş sökülüp atıla atıla duvarın seviyesi neredeyse toprak seviyesine inmek üzere. Yukarıda sözünü ettiğimiz ÖSP Faaliyet raporlarında ciddiye alındığı izlenimi verilen örgütlenme hedefleri ve politikaları bakımından da gerçek durum içler acısıdır. Bir arpa boyu yolalındığını hiç kimse iddia edemez. Aksine azımsanmayacak kayıplar yaşanıyor. Örgütlü il sayısı yarı yarıya azalmış durumda. Diyarbakır’da il örgütü kuramayan bir partiyi hiç kimse Kürdistan partisi diye ciddiye bile almaz. Bir daire kiralayıp kirasını vermek örgütlü olunduğu anlamına gelmez. Örgütlü olduğumuz illerde yoğunlaştık, oralarda nicel ve nitel gücümüzü artırdık diyen bir allahın kulu varsa el kaldırsın. Onların, yani şu anda yalnızca il ve merkez ilçe örgütlerinin bulunduğu illerin ise kimisi duraklama, kimisi gerileme durumunda olduğu apaçık ortada. Kısaca hasta can çekişiyor.
Hadi diyelimki pratik politika ile şu veya bu nedenle uğraşmıyorsun kardeşim, bari şu örgütünü derleyip toparlamak için bir çaba içerisinde ol diyoruz, Sinan’ın tabiri ile“ tık yok“.
„TIK YOK“ta iken orda kalalım bari. Ayhan Çelikan’nın çağrı metnini okuyan Sinan Çiftyürek tez elden kalemine sarılmış. İyi de etmiş. Ama yine asıl konuya girmemiş. İlgisiz alanlarda laf gezdirmiş. Örneğin; Ayhan yoldaşın KKP MK si bay pas ediliyor eleştirisi karşısında „…..tüm kadrolara gündemi daha taslak iken gönderir görüş ve önerileri istenir. Ama dönen olmaz. …..“ “Bu tasarı tam üç ay önce…..kendilerine iletilmiştir. …. Yoldaşlardan hiçbiri tek bir satırla bize dönmemiştir. Yani yine tık yok. „ demiş ve bu konuyla ilgili sözlerini „Görüşlerimiz sorulmuyor türünden eleştirilerin karşılığı yoktur.“ La bitirmiş.
Sinan, sözünü ettiğim yazısının en sonunda „ ÖSP KKP dir, KKP ÖSP dir diye bir hamasette yapmış. Hamaset yapmış çünkü, asıl kendisine söylenen KKP MK alanlarına doğrudan müdahale ediyorsun, hukuku çiğniyorsun, işleyişi bozuyorsun, örgütlü geleneği dejenere ediyorsun, ilgili organı işlevsizleştiriyorsun, deşifrasyon yapmaktasın vb vb. anlamındaki eleştirilerden kaçması gerek. Yani kibarca diyor ki, ne farkımız var. El insafff!!! Burjuva demokrasisi ve işleyişinin bile bir düzeyi vardır. TC nin valisi vali iken gidip kaymakama sormadan ilçede iş yapmaya kalkmaz. Bir il özel idare müdürü gidip ilçeden para tahsil etmez. Yani her örgüt kendi görev alanından sorumludur. Bu anlamda olmak üzere her örgüt otonomdur. Yani aramızda hiç bir görüş ayrılığı olmasada siz -biz farketmez mantığı ve davranışı içerisinde olamayız.
Bu birkaç satırdan bile anlaşılır ki, ÖSP meclis gündeminin kime ve ne zaman gönderildiği meselesi yok ortada. Hiç kimse görüşümüz sorulmuyor diye bir eleştiride bulunmuyorken sanki öyle denmiş gibi savunmaya geçmek konu saptırmaktır. Yukarıdaki alıntılardan yalnızca ve yalnızca bir nolu karar tasarısının önceden gönderildiğinin konuyla doğrudan ilgisi vardır ve bizlere önceden gönderildiği doğrudur. Ama Sinan’ın direk yerine bilmeyenlerin anlamayacağı şekilde söylediği ve somut olarak yaşanan ise şudur: Tek ağızdan, ortak irade olarak ve sözlü bir biçimde ilgili karar tasarısının kabuledilemezliği kendilerine iletilmiştir. Yani şu „tık yok“ meselesi tümden doğru değildir.
Doğru olan şudur: Evet, elektronik posta işletilmektedir. Gündem ve kararlar herkes gibi bizlere de ulaştırılmaktadır.AMA; FAKATTTT, bugüne kadar hemen hemen hiç bir ciddi konuda dışarıdan içeriye iletilen görüş ve öneriler dikkate alınmamıştır. Yani biz, bize fikrimiz sorulmadı demiyoruz. Görüş bildirmemiz işe yaramıyor diyoruz. Bunun en somut örneği Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Oybirliğimiz bile dikkate alınmamışken, Kongreye ilettiğimiz görüşlerimiz sansürlenmişken hangi gündeminize müdahil olmamızı istiyorsunuz ki! Hangi yüzle. MHP li Ekmalettin’e oy isteyen dıştan bir yazı yayınlarken bize sansür uygulamayı bir yerlere bir oturtun hele.
Dahası var ve daha kötü. Sinan’a yöneltilen temel eleştiri „tasviyecilik“, . Atlıyor üstünden. Hiç girmiyor asıl konuya. Onun yerine Yasin cevap vermiş Ayhan Çelikhan’a. O da diyor ki; ÖSP’yi KKP yapacağız diyoruz ya; ne tasviyesi! He de ikigözüm Yasin; ÖSP zaten ölüm döşeğinde. Ayağa kalkıp kalmayacağı bile bilinmiyor. Mazallah şu etliye sütlüye karışmamak politikanızdan bigün azıcık sola saparsanız gelecek çok küçücük bir fiskenin ÖSP yi nerelere savuracağını bilmek için politika kahini olmaya hiç gerek yoktur. Yani Yasinciğim canlılığı dumura uğramış tohum meselesini hatırlarsın Ayhan yoldaşın çağrı metninden..
En önemli konulardan birisi de şu: ÖSP yasal bir parti. Yani devletin izinincesiniz ve elindesiniz. Bu durumda iki şeye güvenilebilir: 1- Ya gerçekten yerleşik ve kolay kolay yok sayılamaz burjuva demokrasisi ortamı vardır ( ki bu kısmi bir güven ortamıdır) ya da; süreç demokratik bir ortamın oluşmasına doğru evrilmektedir. 2- Ya da üstüne gelebilecek her türlü saldırıyı geri püskürtebileceğin öz gücün vardır. Her ikiside Türkiye koşullarında olmadığına göre, neye dayanarak evdeki bulgurdan olmayı bize önermektesiniz? Hangi akılla? Hangi gerekçeyle?
Gerçek yaşamda bu soruların yanıtı yok elbette. Bunu herkesler bilirler. Fakat Sinan Çiftyürek’in son iki yazısında bu soruların bence dolaylı cevabı var. HAKPARLAŞMAK sözünü bir yerlere not edin.
Biliniyor; HAKPAR’ın bir Kemal Burkay adında ABİ’si var. Hani şu TC ile anlaşarak şaşaalı bir törenle Türkiye’ye dönen. Muhalif Kürt politikacı olmak şurda dursun, ağır abi olarak devlet katında itibar gören…Partisine de hiç ilişilip karışılmayan.. Hadi biraz yumuşatarak söyleyelim: Solun en en sağı….Ülkesini bin yıldır işgal etmiş Türk devleti aleyhine az, diğer Kürt partileri aleyhine oldukça çok konuşan politikacı. En son duyduk ki kendisine canı gönülden abi demeyen eski kimi yoldaşlarıyla arası açılmış. Sinan son iki yazısında hep bu ara açılma meselesini öne çıkarıyor ya, bence HAKPAR’ın sağcı ve düşmanla uzlaşan yanı ve yönü öne çıkarılmalıdır. Ve bence ne HAKPAR’ın, ne de o ABİ sinin özenilecek bir yanları vardır.
Bu sözler imalı oldu biliyorum. Yarası olan gocunsun. Hiç dert değil. Ama ben merak ediyorum; Hakpar da içerisinde tüm Kürt ve Türk sol parti ve örgütlerine „ BİZİM HAKKIMIZDA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ? BİZİ DIŞARIDAN NASIL GÖRÜYORSUNUZ?“ diye sorsak diyorum. Diyorum da, ben kendi tahminimden bile korkuyorum. Ve amasız fakatsız bu olası yanıtlardaki payım kadar Allah bin belamı versin benim(!) demekten kendimi alamıyorum.
Kemal BİLGET
5 Temmuz. 2016